Kadın olmanın dayanılmaz ağırlığı (2)

Yazı dizisinin ikinci bölümünde yaşamı ve yazgıyı içeren anılarda dolaşalım! Bursa’da kitap imzalatırken kulağıma eğilen hemcinsim; “Çok ciddi şiddet...

Yazı dizisinin ikinci bölümünde yaşamı ve yazgıyı içeren anılarda dolaşalım!

Bursa’da kitap imzalatırken kulağıma eğilen hemcinsim; “Çok ciddi şiddet görüyorum, ailem yanımda ve arkamda değil, işim yok, üç çocuğum var, bana yol gösterin!” diye fısıldıyorsa!

Van’da konuşmamı keserek; “Bir daha dünyaya gelsem asla kadın olmam, kadın demek çile demektir. Biriktirdiğim acılar peşimi bırakmıyor” diyen genç kadının gözlerinde karamsar bir kararlılık okunuyorsa!

Küçükçekmece’de kürsüye gelip; “Kuyunun dibinde bir taş gibi kaybolduğum zamanlar çok oldu, elimden tutan hiç kimse yoktu” şeklinde konuşan kadına, salon da ki kadınlar koro halinde “yalnız değilsin!” diyorsa!

İzmir- Bardaklı’da söz isteyerek; “Emeğiyle ekmeğini kazanan, yalnız bırakılan, hedef gösterilen, küçümsenen kadınların kaderini kim değiştirecek?” diye haykırarak soran kadın ayakta alkışlanıyorsa!

Avcılar’da yanıma gelerek çilesini ve yaşadıklarını çok dokunaklı bir dille anlatan hemcinsime dayanamayıp sorduğum; “Seni en çok acıtan ne oldu? Korkularınla yüzleşmek mi? Yalnızlığının kanat çırptığı yüreğin mi? Sevginin can çekiştiği kalbin mi? Güvendiğin dağlara yağan kar mı? Kayıplarının yarattığı yalnızlık mı?” sorular üzerine yüzüme derin derin bakarak “siz içimi okudunuz, hepsi” diyerek çekip gidiyorsa!

Iğdır’da; “Bir damla sevinci bize niye çok görüyorlar” diyerek, yönetime hitaben “bu ne uykusudur?” diye cevabı soruda saklı konuşmasıyla adeta hayat bilgisi dersi veren ve emekli öğretmen olduğunu söyleyen kadına salonu dolduranlar hak veriyorsa!

Antalya’da bakışları gülüşü, beden dili, seçtiği sözcüklerle, ne açıdan baksanız mutlu görünen kadın, yüzüme haksızlığa maruz kalanların kederli ve sitemkâr gülümsemesiyle bakarak; “Dış görüntüme aldanmayın, işin bir de arka planı var!” diyerek, eğitimli eşinin ona yaptıklarını hıçkırarak anlatıyorsa!

Bursa’da konuştuğum; “Yıllar sonra baktım ki tüm özverime rağmen evliliğim yürümüyor. Aldım kazmayı küreği elime, ardıma bile bakmadan, geçmişimi yıkıp her şeyi yeniden yapmaya başladım. Kolay mı insanın kendini yıkıp yeniden inşa etmesi derseniz? Bu süreçte ah! çektiklerim ve işittiklerim ah! derim” diyebiliyorsa!

Beylikdüzü’nde; “Yazarak konuşmayı, yarınlara ve kızıma bir şeyler bırakmayı çok severim. Ancak bugün hiçbir şey yazmama günümdü. Geleceğinizi duyup salona koştum, bunu sizinle niye mi paylaştım? Bilmem. Bunun bir veya birkaç nedeni olmalı. Sanıyorum, sizi dinlerken kendime yol açmak ve bazı şeyleri sormak istedim” diye içini size açıyorsa!

TÜGVA Adıyaman Gölbaşı Temsilciliği; “Güne sporla başla, bisikletini al gel, sağlık için pedal çevir” etkinliğine “program erkeklere yöneliktir!” diye yazıyorsa!

Pendik’te; Konuşmam bitince söz isteyen kadın; “Ben eşimden yeni ayrıldım. Aslen Sivaslı’yım. İnsanlar birbirlerini görmüyor, görseler bile dinlemiyor, dinleseler de anlamıyorlar. Bunun adı da iletişim çağı! Giderek yalnızlaşmamızın nedeni bu olsa gerek görünürde kalabalık, gerçekte yalnız yaşamların içindeyiz sanki kapılar tek tek kapanıyor yüzümüze ve biz bir anahtara sahip değiliz” diyerek gözümüzü dört açıyorsa!

Kartal’da; “Ne zaman elime bir kitap alsam, eşim ‘Bak sen bu işe, işin yok mu senin?’ dercesine yüzüme bakıyor. İşte bu dedirten bu bakışlara aldırsam, hiçbir şey yapmamam lazım, ben merak ve heyecan olsun yeter deyip yoluma devam ediyorum. Ne dersiniz doğru yolda mıyım?” diye soruyorsa!

Maltepe’de; “Size benim için önemli bir ayrıntıdan söz edeceğim. Size de tuhaf gelmiyor mu? Okuruna göz kırpan yazarlar var, kendini Kaf dağında gören yazarlar var, size yol açan, yön veren, yaz diyen oku diyen yazarlar var. Siz kendinizi nerede konumlandırıyorsunuz?” diye çok doğru bir soruyla saptama yapıyorsa!

Söz sırası bana gelir ve sazı bu kez ben elime alırım…

Sorularınıza ne yanıt vereceğimi bilmiyorum. Vereceğim yanıtlar sizleri tatmin eder mi sanmıyorum. Bildiğim ve yaşam boyu uygulamaya çalıştıklarımı özetlemek istersem, ortaya şu çıkar;

Bir kadın gibi düşünmek, yazmak, davranmak, büyümeye direnmek, bazen aile ortamında, bazen çevrede hep eleştiri konusu olmak bini yıldırmadı, bilakis kamçıladı. Yine hem çok tanıdık hem çok yabancı konulara tanıklık etmek, değerlerle, koşullarla, zamanla, aile baskısıyla düello etmek, hayatımı hem şekillendirdi, hem deneyim kazandırdı, hem de özgür olmamı sağladı. Sonunda baktım ki düş ile gerçeğin arasında gidip gelirken, geçmişle şimdinin kesişme noktasında yaşamaya çalışırken, esaslı ve çetin bir hesaplaşma içine girerken kazanan ben olmuşum…

Gelelim diğer soruya! Her yazarın bir yoğurt yiyişi ve bir anlatım biçimi vardır. Ve yazmak emek isteyen zahmetli bir iştir. Dil büyülüdür, gerçekleri dillendirdiğinizde karşılığını nasılsa alırsınız. Kim bilir belki hiç tanımadığınız birinden övgüler gelir, değdi dersiniz. Bazen tekrara düşerseniz, okurunuz hoş görür. Bazen umutlanmaya, hayaller kurmaya kalkarsınız, okurunuz eleştirir. Bazen daha bilgili, daha akıllı, daha akıcı, daha pratik yollar öneren yazarları kıskanırsınız. Uzatmayayım, ben yazarlık serüvenimde hep soru ve sorunların peşine düştüm, onlarda hep gelip beni buldu zaten!

Bu arada; “29 harf öğrendim, 29 gözüm açıldı” diyen kadını da hiç unutmadım…