Hayal hayattır…

Bazen zaman üzerinden geçer, bazen iş işten geçer, bazen de sizin içiniz geçer ve duygular bir enkaza dönüşür ya! Kadının üstesinden geldiği pek çok şey, denenmiş tutmuş formülleri hiçe sayılırken onun doğuştan güçlü olduğu söylenir ya! İşte tam da o yerde farklı kadınları, hikâyesi olan kadınları bulup çıkarmak, hele de kadın kimliğinin görmezden gelindiği günümüzde ve bizim ülkemizde özellikle gerekir ya! Kadınlığın tarihi işte öyle bir şey! Bu yazının ve bu oyunun konusu tam da bu…

Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümünü bitirdikten sonra 11 yıl Şehir Tiyatroları’nda, TV dizilerinde ve sinemada oyunculuk yapan Ezgi Çelik, kendisinin yazıp oynadığı 65 dakikalık “Hoşdeng” adlı oyunla bir kadın hikâyesi anlatıyor. Ama ne anlatma!

Kadınlığın hallerini, çilesini bundan daha iyi anlatan bir oyun az bulunur mutlaka görün derim. Yetinmem, eşinden oğlundan şiddet gören bir kadın çektiklerini bundan daha açık seçik söyleyemez kesinlikle gidin izleyin derim...
Sonra da o küçük sahnede, devleşen bir kadın gördüğümü söyleyebilirim. Yer yer ağlayan, yer yer derdini hakkını vererek okuduğu türkülere döken, yer yer Anadolu ağzını oralı biri gibi hiç sırıtmadan konuşan, bazen oğluna ninniler söyleyen, bazen acısının büyüklüğü karşısında ağıtlar yakan, haykıran bir kadını gördüm.

Aslında Hoşdeng, hoş ses demek de! Önce ailesinden başlayarak yaşam boyu şiddet görmüş, annesinden, babasından, kocasından, daha sonra da ömrünü adadığı oğlundan dayak yemiş, hapislere düşmüş bir kadının hayat ne getirdiyse, neyi dayattıysa hepsiyle tanışmış bir kadının (Bir insanın mı demeliydim?) şiddet dolu dramatik öyküsü nasıl hoş ses olur ki?
Bir tiyatro tarihi hocası olarak beni önce minimalize edilmiş dekor, sonra genç oyuncunun etkili müzikal ve teatral sesi, her sahnedeki üstün performansı çok etkiledi. Oyunu nefessiz izlerken çarkın içinde sıkışmış kadınları, yazgısına boyun eğmeyen Anadolu kadınını, direndikçe güçlenen hemcinslerimi düşündüm. Çocukları için, onların iyi yetişmesi için hayatını ortaya koyan anneleri düşündüm…

Sonra durdum, bu çok alçakgönüllü ve müthiş sabır, akıl, sağduyu, duyarlılık gerektiren konuya hâkim olan ve insanın yüreğini avcunun içine alan konuya emek veren ekibi düşündüm. İzleyiciye ayna tutan, düşündüren, ağlatan, gülümseten, sık sık empati kurmasını sağlayan, kurmacaya değil yaşanmışlığa yer veren, sarsan, kavrayan, kavuran öykünün gerçek hayattaki kahramanlarını düşündüm…

Oyunun duygulara dokunurken, insanı tutup sarsarken, alıp bir yerlere götürürken, soluk soluğa bırakırken göze sokmadan, inceden inceye verdiği yaşam dersini düşündüm. Genç oyuncu Ezgi Çelik’in kaleminden çıkan ve ustaca kotardığı bu oyunun coşkusuyla, tutkusuyla, gelip içime yerleştiğini, düş kurmama, umudumun sürmesine yaptığı katkıyı düşündüm. Satır satır, ilmek ilmek dokunan bu oyunda oyuncunun her tümcesinin yürek tellerini sızım sızım sızlattığını ve tek bedende onlarca karakteri barındırdığını düşündüm...
Bir kadının müthiş yolculuğunun, cesur ve cömert çabasının, acıyı, kısılmışlığı, reddedişleri nasıl da derinden derine sahneden salona geçirdiğini düşündüm. Oyunun bitiminde alkışların bitmediğini gördüm. İzlerken gözümün yandığını, dostlarımla ve öğrencilerimle paylaşırken dilimin yandığını, yazarken de çok zorlandığımı düşündüm…

Bu yazıyla; oyuna ilişkin sorular sormanıza yol açabilirsem ne mutlu bana. Hayata, kadına, çilesine, çektiklerine, günümüz gerçeklerine, bıçak sırtı yürünen yollara, emeğine, vefasına, özverisine dair sorular sordurabilirsem ne mutlu bana…

Not 1: Bu müthiş yolculuğun emekçilerine, Yönetmen Ani Haddeler Pekman’a, Dramaturg Bilgesu Kasapoğlu’na, beni alıp çocukluğumun tahta oyuncaklarına götüren ilginç dekor ve ışık tasarımı için Cem Yılmazer’e, etkileyici müzik seçimi için Barış Diri’ye, efektte Oğuz Kaynak, dekor uygulamada Muhtar Pattabanoğlu, Fotoğraflarda Ramin Matin, afiş tasarımında Ali Yılmaz ve başlıkta vurguladığım gibi hayalini hayata geçiren Ezgi Çelik’e…
Aklımdan, yüreğimden, kalemimden alkışlarla…

Önemli Not: Kadına şiddete, sanata hiddete doymazlığın tavan yaptığı ülkemizde! 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü daha dün kutlamışken, 27 Mart Dünya Tiyatrolar Günü yaklaşmışken hem kadın, hem tiyatro yazısı, ikisi bir arada iyi oldu değil mi? Bir taşla iki kuş misali…

Daha Önemli Not: Sevdikleri, eşleri, eski kocaları, öfkeli damatları tarafından kanları oluk oluk akıtılan; buna karşılık adı, emeği, alınteri, istekleri, sitemleri, beklentileri ve özlemleri yok sayılan kadınların varlığının sadece 8 Mart’lar da hatırlanmadığı günlerin umuduyla…

Dilek ve Temenniler: Hafta bizim ya, yazıp duracağız bir süre! Ola ki duyan çıkar diye…