Bu yazı uzar gider…

Yazıyı uzatmamak için bir iki başlıkla yetinip, bu kadar yeter deyip (!) asıl söyleyeceğimi sona bırakacağım. O nedenle sabır…

Efendim birinci gerçek şu! Biz milletimizi ve vatanımızı en çok seven ulusuz ya! Vatan millet sevgisi bizden sorulur ya! Bu duygu herkesten çok bizde gelişmiştir ya! Çok sevdiğimiz ülkemizin havasını, suyunu, taşını, toprağını yeşilini, ağacını, kuşunu, börtü böceğini mahvetmek için elimizden geleni ardımıza koymayız ya! Ortalığı çöp dağlarına çevirmek, savunmasız hayvanlara acı çektirmek için akla hayale gelmedik yollara başvururuz ya! Meydanlardan plajlara, caddelerden sokaklara, ormanlardan piknik alanlarına her yanı çöp yığınlarıyla doldururken sınır tanımayız ya! Bu özelliğimizle ne kadar övünsek azdır diyorum!
Türkiye’nin gerçeği şu! Hem CB, hem ümmetin lideri, hem yeni hükümet sisteminin başkanı, hem tabanın reisi, hem Müslümanların umudu olan Erdoğan; ülke ciddi bir ekonomik krizin eşiğinde iken, dolar alıp başını giderken, kendisine 300 odalı yazlık saray yaptırıyor ya!

Yine zamlar halkın belini bükerken, büyük ve köklü firmalar ardı ardına kapanırken, araba ve uçak filosundan vazgeçmiyor ya! Yetinmeyip 1071 metrekarelik nostaljik saray yaptırıyor ya! Beştepe’deki Sarayında son derece pahalı resepsiyonlar düzenliyor ya! Keşke Emine Hanım o mönüye el ve göz atsaydı diyorum!

Neden derseniz şöyle; Mutlaka karşı çıkar, mutfak personelini azarlar, hatta belki işten çıkarılmaları için aracılık ederdi. Nerden mi biliyorum? Şurdan biliyorum, sizde hatırlayacaksınız, Yeni Şafak Gazetesi yazmıştı; “Cumhurbaşkanlığı mutfağı mütevazı. Anadolu mutfağıyla aynı. Emine Hanım limon ve elma kabuklarını ziyan etmiyor, temizlikte kullanılmak üzere kabuklardan sirke kurduruyor, bir kâse çorba ve salatayla öğün kurtarıyor, zeytin ve hurma çekirdeklerini atmıyor, sos yapıyor” diye!

İşte bu nedenle aklım almıyor saray mönüsünü! Bu kadar tutumlu bir eş, kılı kırk yaran bir anne, ülke gerçeklerinin farkında olan bir kadın, adını telaffuzda zorlandığımız pahalı ikramları kabul eder mi? Ayran dururken ejder suyuna göz kırpar mı? Yerli ve milli yiyeceklerimiz dururken bu israfa göz yumar mı? Bence yummaz. Kendi yaptığı veya gözetiminde yaptırdığı sosları, salataları, çorbaları ikram eder, ya da ettirirdi...

Bir başka gerçek ise şu! Ülkemizi çok sevdiğimiz her kademede belli! Yargıya saygı sonsuz! Öğretmenler baş tacı. Kadınlar el üstünde. Çocuklar çok değerli. Yeşil, orman ve hayvanlar üs düzeyde korunup kollanıyor. Daha ne isteriz?
Ortada tek bir suçlu olmasa da, Şarbon hastalığı ortalığı kasıp kavururken et ithaline izin verenler özür üstüne özür diliyor mu? Yok!

Damadın bakan olduğu, oğulun resmi gezilerde babasına eşlik ettiği, uçak filolarından, vazgeçilmediği, kamuda tasarruf şarkısının sadece halka dinletildiği, Türk lirası değer kaybederken, ekonomi küçülüp kur artarken, iğneden ipliğe zam gelip kriz derinleşirken açıklama yapan, sorumluluk alan var mı? Yok…
2 milyon civarında çocuk sokaklarda çalışırken, 25-29 yaş arası gençler ülkemizden kaçarken, ülkemizi terk edenlerin oranı yüzde 42 artarken, Ağustos ayında 41 kadın erkekler tarafından öldürülürken “yetişin imdade(!) ağır ateş altındayız, acilen önlem almalısınız” diyen var mı? Yok.

Türk Lirası yüzde 40 değer kaybederken, halkın temel gıda maddesi olan un bile karaborsaya düşerken, AKP’nin eski vekilleri tek tek rektör olarak atanırken, sorunların üzerine gitmeyip seyretmekle yetinenler çoğalırken, çok yaklaşan faciayı, köprüden önceki son çıkışı görüp sorumluluk alan var mı? Yok.
Ülkemizde barınan Suriyeli sayısı Hırvatistan, Uruguay, Moğolistan, Yeni Zelanda ve İrlanda’dan çoksa, hala gelenler varsa, yönetim katında “onlara harcanan 35 milyar dolarla bu ülkenin işsizlik sorununa çare bulurduk” diyen var mı? Yok.

Bugüne kadar haraç mezat sattığımız 767 fabrikanın parasının ne olduğunu, nereye gittiğini, yerine ne alındığını bilen, araştıran, soran, yanıt alabilen ya da buna niyeti olan var mı? Yok.

Ortada ödenmemiş ve ödenmeyecek olan yığınla fatura dururken, giymek zorunda kalacağımız ateşten gömleğin nelere yol açacağını hesap eden var mı? Yok. Bilime, sanata, çağdaş eğitime, felsefeye, akılcılığa, uygarlığa doğru bir gidiş var mı? Yok.

Bu yoklar dünyasında ne var? İnsanın kalbinde isyan dalgalarına yol açan örnekler var. Olaylara göz yuman, umursamayan, aldırmayan, git gide derinleşen bir sessizlik ve sorunları yok sayan bir bakış açısı ve bol miktarda örnek var.

Örneğin Çorlu’da devrilen tren kazasında sorumluğu olanların ortaya çıkarılması amacıyla İyi Parti’nin verdiği önergeye AKP’li ve MHP’li vekiller “araştırılmasın” diye el kaldırmışlığı var. Sözün bittiği yer bu değilse nedir diyor, o kazada yaşamını yitiren 25 yolcunun yakınları bu aymazlığı nasıl karşıladı diye merak ediyoruz…

Şimdi minik bir iki ipucuyla; zamanı belirleyen, çağrışımlar yapacak olan örneklere uzanalım! Bir ülke düşünün İstanbul eski belediye başkanı Kadir Topbaş’ın “ustalık eserim” dediği Martı Projesi için onca masraf yapıldıktan sonra sorumsuzluk ve hukuksuzluk örneği sayılıp iptal edildi. Ankara eski belediye başkanı Melih Gökçek’in plastik dinozorlu Ankapark’ı çürüyor! Açılan 6. İhaleye bile tek kişi katılmıyor. Ben yaptım oldu, ben yaparsam olur mantığıyla yapılan üçüncü hava limanı, plansızlığın programsızlığın bir başka örneği olarak alelacele 29 Ekim’de açılışa hazırlanıyor! Başbakanlık lağvedildiği için açıkta kalan 400 memur mecliste oturup tavla oynuyor, yemek yiyor, maaş alıyor! Sorumlu mu ara ki bulasın?

Şimdi sormak zamanadır! İyi de, ülkelerin yol haritası olmaz mı? Plan, program, proje, ihtiyaç, gereklilik diye bazı kavramlar tedavülden kalktı mı? Cumhuriyetin yetiştirdiği mühendislere, mimarlara, ekonomistlere, hukukçulara, bilim insanlarına, eğitimcilere, doktorlara arada sırada sormak gerekmez mi? Ya da Cumhuriyetin değerlerine, ilkelerine zaman zaman dönüp bakmak.
Bunca iç karartan yazıyı noktalarken ben aradan çekiliyor ve sözü ABD Savunma Bakanı’na bırakıyorum. Bakan, Trump için; “İlkokul öğrencisinin kavrama seviyesinde” demiş! İlahi Sn. Bakan! Sadece Trump mı?