Bazıları yerinde duruyor, bazıları yerle bir…

Çevrede olup bitene, kayıp giden hayatlara ve hayallere, paha biçilemeyen liderlik hallerine, tek bedende toplanan ve önlenemeyen güce, canını dişine takıp...

Çevrede olup bitene, kayıp giden hayatlara ve hayallere, paha biçilemeyen liderlik hallerine, tek bedende toplanan ve önlenemeyen güce, canını dişine takıp çalışanlara, bi türlü fabrika ayarlarına dönemeyenlere, dışarıda çatışma, içeride kaynaşmaya bakıyor, dona kalıyorsunuz…


Yetinmiyor; elinde ekmekle sevdiklerinin yolunu bekleyenlere, ekmeğinden edilenlere, hayalleri bitirilenlere, inançla umuda direnenlere bakıyor, şaşıp kalıyorsunuz…


Bir yanda örneği dünyada olmayan yönetim şekliyle yönetilen ülkemize, diğer yanda koyu yeşil bir karanlığa sürüklenen memleketimize, öbür yanda dokunanların, yanlışları kurcalayanların, doğruları göstermeye çalışanların mimlendiği anlayışa bakıyor, kala kalıyorsunuz…


Bir yanda tek bir kâğıt fabrikası kalmadığı için gazetelerin zaman zaman çıkmadığı, ya da fiyatlarını sık sık artırdığı basınımıza, diğer yanda 6 ay içinde İstanbul’da yanan 78 fabrikanın işsiz kalan emekçilerine bakıyor, daha doğrusu bakamıyorsunuz…


Bir yanda büyük kentlerdeki AVM sayısının 410’a ulaşmasına, diğer yanda 102 ülkeye üzüm ihraç eden ülkemizden aldığı üzümlerle, bizden ucuza alıp, pahalıya satan Hollanda’ya bakıyor, tüm bu sorunlar karşısında çaresiz kalıyorsunuz…


Bir yanda yoksulluk sınırının 5903 lira, açlık sınırının 1812 lira olduğu kıskanılan(!) ülkemize, diğer yanda kadına şiddetin dur durak bilmediği erkek egemen baskıya ve işsizliğin doğurduğu sonuçlara bakıyor, dayanamıyorsunuz…


Bir yanda evlat kokusuna hasret giden analara, diğer yanda acıya sarınarak ve sarılarak bekleyen babalara, bir yanda devlete soran, hükümete soran, hukuka soran, sisteme soran, bize soran, size soran ve bitmeyen bir bekleyişle asla yanıt alamayanlara bakıyor, türkülere- şiirlere sığınıyorsunuz…


Bir yanda tarifsiz, dipsiz, sınırsız acılara sürüklenerek; “Çocuğunu kaybeden bir anne için her gün ilk gündür diyen Victor Hugo’yu haklı çıkaran analara, diğer yanda adaleti bulmak için yollara düşen tarifsiz acılar içindeki ailelere bakıyor, “adaletin bu mu dünyayı” mırıldanıyorsunuz…


Bir yanda bu topraklar bu kadar acıyı, bu kadar gaddarlığı hak etmiyor diyen aklıselime, diğer yanda özlemin ve hasretin yüzünde hiç eksik olmadığı annelere, bakıyor, dizelerin yetersiz kaldığını görüyorsunuz…


Bir yanda Ankara’ya gelir gelmez Anıtkabir’i ziyaret eden Hollanda büyükelçisine, diğer yanda; “Erdoğan’ın Türkiye’si Kemal’in Türkiye’siyle aynı değil” diyen Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un sözlerine bakıyor, bize söylenecek laf bırakmayanlar karşısında duygulanıyorsunuz…


Bir yanda kişi başına düşen 120 kg et miktarıyla dünya et tüketme şampiyonu olan ABD’ye, diğer yanda 4.4 kg ile dünyanın en az et tüketen ülkesi olan Hindistan’a bakıyor, sonra da ithalmiş, helal kesim değilmiş, şarbonluymuş demeden- dinlemeden yılda kişi başına 25.3 kg et tükettiğimizi görünce seviniyorsunuz…


Toparlarsam eğer bu karanlık tabloyu dağıtacak iki müjdeli haberim var. İlki gençlere müjde babından yeni bir düğün konseptimiz oldu, daha doğrusu yeni bir düğün şeklimiz oldu. Sağlık eski bakanı R. Akdağ, oğluna “Kayı Boyu” düğünü yapıyormuş. Gözden kaçıranlar için özetleyeyim; Üzerinde at ve otağ resimleri olan davetiyeyle çağrılan konuklar, açık havada, çadırlarda, yer minderlerinde oturup ok atacaklar. O nedenle uygun ve rahat kıyafet giymeleri gerekecekmiş. Bilkent işletme mezunu olan damat Muhammed Akdağ’ın konsepte uygun işlemeli giysileriyle konukları karşılayacağı oba düğünü 13. Yüzyıl esas alınarak hazırlanmış.


İkincisi ise; Ankara’daki külliyeden, Marmaris’teki yazlık saraydan sonra Ahlat’ta butik bir külliyemiz, daha doğrusu otağ bir sarayımız daha olacak. 1071 metrekareye yayılacak ve yapılacak olan, Malazgirt ruhunu yaşatacak olan, Selçuklu mimarisini esas alacak olan yeni saray sahiplerine hayırlı olsun…
Tüm bunlar kimi ne kadar ilgilendirir, kim sorar, kim gerek yok der, kim dert edinir, kim haklı kederlerle uyumaz bilmiyoruz. Ama itibardan tasarruf yapılamayacağını 17 yıldır biliyoruz ve öğrendik!


Daha yazamadığım pek çok şey var şimdilik burada bitiriyor, duyuruya geçiyorum!


Duyuru ve davet: Adalar Kent Konseyi tarafından düzenlenen ve 2 Eylül 2018 Pazar günü saat 17.00’de Büyükada Çelik Gülersoy Kültür Merkezi’nde yapacağım; “Farklı coğrafyaların üreten, düşünen, direnen kadınları” konulu konuşmama yolu düşenleri beklerim…