Hep duyarız ya! Gençler gelecek, yaşlılar huzur istiyor diye…

Atı alan Üsküdar’ı geçti ama gidişata bakınca;

Gün uzun sözlerin zamanı değil, o nedenle kestirmeden gidelim. Gün ana olsun, yavru olsun tüm muhalefet partilerinin kendi iç kavgalarını bi yana bırakıp, beynin kıvrımlarına, zihnin derinliklerine, bedenin tüm hücrelerine, çevre-yurt-sokak-meydan-ev-hane tüm alanlara yorulmadan, bıkmadan, usanmadan kararlı adımlarla girme ve seslenme zamanı…

Gün CB ekibini oluştururken; “Ekonomi bizim işimiz, dünyaya ekonomiyi biz anlatıyoruz” dediğinde, bu açıklama “akla yakın ve yatkın mı?” diye durup düşünme, doların hız kesmeyen yükselişini hatırlatma ve biz nerede yaşıyoruz diye sorma zamanı…

Gün iktidarın; “Ne yapılacaksa ben yaparım, benim yaptığım en iyisidir, karşı çıkan cevabını misliyle alır, eleştiri ve öneriye kapalıyım, kulak asmam. Ülke zaten güllük gülistanlık!” tavrını tartma ve değerlendirme zamanı…

Gün bir telefonla dekanların görevden alınma haksızlığına karşı çıkıp, rektörlerin öğrenci ve akademik kadroyla birlikte karşılama törenleri düzenlediği halde uyarılmamasını görme ve gösterme zamanı…

Gün eğitimdeki çıkmazları masaya yatırıp sorgulama, bunca okul açıp, bu kadar işsiz yaratmaya son verme, ortak aklı ve toplumun ihtiyacı olan alanları ortaya çıkarma zamanı…

Gün dünya genelinde 89 kentin; yeşil alanlar, spor tesislerinin kalitesi, hava ve su kirliliği, ortalama ömür beklentisi gibi konular gözetilerek yapılan sıralamada İstanbul’un 88.sırada yer alışının nedenlerini sorgulama zamanı…

Gün kayıtsız koşulsuz, şartsız şurtsuz liderlerini destekleyenlerin özeleştiri verme zamanı…

Gün 100 günü kapsayan eylem planında yer alan; Muş Havalimanının adı Sultan Alparslan Havalimanı olarak değiştirilecek gibi devrim niteliğindeki icraatları anlama ve anlatma zamanı…

Şimdi kalkıp tüm bunlar önemsiz ayrıntılar diyebilirsiniz! Ön kabul gören şeyler o kadar arttı ki; yazıp çizmenin, sorup durmanın, anlatıp paylaşmanın gereği yok diyebilirsiniz. Bunca zaman sonra ne değişecek diye sorabilirsiniz! Bu süreçte yoğurdu üfleyerek yemek lazım diye uyarabilirsiniz. Haklısınız. Ama gün eskilerin deyimiyle “fikri takip” biraz faza gelişmişse iz sürme ve havada bırakmama zamanı…

Birkaç örnek ister misiniz?

O halde buyurun! Seçimin bıkkınlığını, kurultay hesaplarını, doların tırmanışını, 16 yıldır sabah akşam, gece gündüz, yatsı dinlemeden her kanalda, her alanda her salonda, her

meydanda durmadan bağıranların kulaklarda yarattığı tahribatı, kalıcı hasarı, geçmeyen ağrıyı unutalım mı?

Öğrencilerin oturmuş bir eğitim sistemi, gençlerin gelecek, kadınlar refah, yaşlıların huzur, işsizlerin iş, piyasaların düzen istiyoruz feryatlarını duyan var mı diye sormayalım mı?

Ayrıca bu gündem bolluğunda her konuya yetişmenin, her başlığı açmanın, her sorunun altını çizmenin, hem gazetenin sınırlarını zorlayacağını, hem okurun sinirlerini zıplatacağını, hem de yazarın boyunu ve boyutlarını aşacağını unutalım mı?

Küçük alıntılarla, büyük saptamalarla, derin yorumlarla kıyıdan köşeden, atlaya zıplaya ilerlemeye çalışarak şaşırtıcı olmayan konuların altını çizmeyelim mi?

Efendim! Bir süre önce; Ekranlar renkli, meydanlar kalabalık, vaatler cömert, üst akıl görev başında, dış mihraklar fazla mesaide, troller uykusuz, sosyal medya “tamam, sıkıldık, ben yokum” gibi başlıklarla yüzleri gülümsetirken! Görevini bitirmesine sayılı günler kalan başbakanın; “81 milyon arkamızda” açıklamasının doğruluğunu kabul etmeyelim mi?

Ortalığa saçılan umut kıvılcımları, arkaya alınan rüzgâr, rastlantısal başarılar ne kadar devam eder, bir bilen ne der? Sokaktaki ekonomik kriz nasıl çözülür, tavan yapan egolardan ne kadar sürede vaz geçilir? Yıllardan beri bağıra çağıra söylenenler ne kadar sürer? Naif, kucaklayan, saran konuşmalar, tane tane anlatmalar varken ötekileştiren hiddet dili ne zaman yerini ılımlı bir üsluba bırakır? Yanıtı arananlar budur.

Bir örnekle noktayı koyalım. Rahmetli Demirel; “Siyasetin tek kapısı vardır. Giriş yazar. Ama çıkış yazısı yoktur” derdi. Çevreye bakınca, koltuklarına yapışanları görünce Demirel’e yerden göğe hak vermemek ne mümkün? Görüp yaşadıklarımızdan yola çıkınca bu söze yer vermemin ve bu sese kulak vermemin nedeni anlaşılmıştır zaten.