Ufuk turu için meydan turu yaptım…(1)

Bıkıp usandınız biliyorum ama önce sizi alıp seçim öncesine götüreyim. Seçime sayılı gün değil sayılı saatler kala herkes nefesini tutmuş, meraklı bakışlarla...

Bıkıp usandınız biliyorum ama önce sizi alıp seçim öncesine götüreyim. Seçime sayılı gün değil sayılı saatler kala herkes nefesini tutmuş, meraklı bakışlarla, soran gözlerle bakarken, gerginlik, tedirginlik, güvensizlik ortalarda kol gezerken, yollara düşüp yüz yüze, göz göze, sorarak, dinleyerek, gözlemleyerek bir ufuk turu yapayım dedim. Çemberlitaş, Tahtakale, Sultanahmet, Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı, Eminönü semtlerini güzergah olarak seçtim. İyi de etmişim…

Değerli okur! Bu uzun girişi neden yaptım. Unutmamak için desem! Sonra da bugün okuyacaklarınız kesinlikle politik bir analiz değil, yüz yüze yaptığım görüşmelerin yorumsuz dile getirilmesidir diye ilave etsem olur mu? Anlaştık mı?

Hani derler ya bir söyle bin ah işit! Tam da öyle oldu. Kuyumcudan girip halıcıdan çıkarken, baharatçıya uğrayıp perdeciye selam verirken, kahvede soluklanıp pideciye çöreklenirken yüzlere yansıyan ifade çok net ve sertti. Ağzını bıçak açmayan esnafın yanı sıra ağzını bi türlü kapatmayan esnaf mı dersiniz? Bomboş gençlerin cep telefonlarından başlarını kaldırmadan oturduğu dükkan önlerine mi baka kalırsınız? Yoksa yaşlı kuşağın bir tavlanın etrafına çöküp bağıra çağıra sohbetine mi kulak verirsiniz? Tercih size kalmış!

Özellikle Arapça konuşan ve elinde tek bir alışveriş paketi olmayan çok çocuklu, çok eşli turistlerin çokluğuna mı şaşarsınız? Yoksa adres sormak için başınızı uzattığınız hediyelik eşya mağazasındaki gençlerin ısrarlarına dayanamayıp girdiğinizde tümünün birden birbirinin sesini ve sözünü keserek yakınmasını mı dinlersiniz? O da size, daha doğrusu bana kalmış!

Mağazaya girdiğimde içlerinden biri; “Önce tarih okudum, sonra işletme. İki üniversite bitirdim de ne oldu? Üç yıldır iş arıyorum, askerliğimi de yaptım, iş olmayınca evlenemiyorum, oysa söz verdiğim biri de var. Bu dükkan amcamın, yeğenlerimle birlikte akşama kadar, oturuyoruz, amcam bazen gelip gidiyor.” Gençlerden dükkan sahibi olanı kuzeni sözünü bitirmeden başlıyor anlatmaya; “Küçük yaştan beri bu piyasadayım, İngilizce ve Rusça biliyorum. 43 yaşındayım, bu kadar boş beleş ve kazançsız bir dönem geçirdiğimi hatırlamıyorum. Boş oturmaktan kilo aldık, tavla oynamaktan bıkıp usandık. Bakmayın yazıp çizilene turist murist yok abla! Olan da bir şey almıyor, bakıp dolanıp gidiyor. Bakın size bir gazete göstereceğim, biraz önce bir turist bıraktı bize. The Times gazetesi; “Sürekli onu gösteren medya ve sürekli bağıran Erdoğan’dan Türk halkı artık yoruldu”diye yazmış.Gazeteyi okurken haberin veriliş şeklini yüzüne yansıtarak ve sinirlenerek okuyan genç bana dönüp; “Eloğlu bunları niye yazsın?” diye soruyor. Yanıtını biliyor ama hazmedemediği belli…

Sohbet uzayınca diğer dükkanlardan gelenler oluyor. Biri; “Abla! Sana bir şey söyleyeyim mi ister yaz ister yazma. Bu seçim toplumu ortadan ikiye bölenlerle, toplumu uzlaştırarak birleştirenler arasında geçecek. Bunu bilip bunu söylerim” diyor.

Sözün bitmesini beklemeden lafa ortasından dalan bir başka genç burnundan soluyarak; “Zümrüdü anka kuşunu uzaya çıkarken gösteren reklam filmiyle vizyon sahibi olunmuyor. Ortalığı posterlerle, yazılarla donatarak usta ve büyük lider de olunmuyor, sadece görüntü kirliliği yaratılıyor. Ama bir gerçek var Türkiye tek adamdan büyüktür” şeklinde konuşuyor.

Sohbet koyulaşıp sorular ardı ardına sıralanıp, çaylar kahveler üst üste içilince içeri girdiğinde herkesin saygıyla buyur ettiği bir kişi; “Dünyanın pek çok yerini dolaşan gün görmüş devran sürmüş biriyim. Baba mesleğim bu benim, dört kuşaktan kuyumcuyum. Çok hükümet gördüm, çok devlet adamıyla tanıştım. Bize yol gösterici, sorun çözücü, örnek olabilen, devletin kaynaklarını satmayan, yemeyen, toplumu kamplaştırmayan, değişimi yakalayabilen, ülkemizi yalnızlaştırmayan, hukuku öne çıkaran bir lider lazım. Benim oyum onadır” diyerek adeta bir ders veriyor...

Söze bodoslamadan dalan biri; “Sabah açıyorum dükkanımı, bütün gün gözüm kapıda, kulağım telefonda bekliyorum. Akşam olunca da siftahsız kapatıyorum, artık halim kalmadı dükkanı kapatıp delirmeden köye döneceğim. En acısı ve can alıcısı ne oldu derseniz, şu oldu büyük umutlarla gelmiştim buralara, yıllar sonra düşünüyorum babam haklı çıktı, şimdi başım önümde dönüyorum köyüme. Oysa şafak şehirlerde aydınlığı açar diye duyup o hasretle ve umutla gelmiştim buralara. İsterseniz geldiğimde binbir hevesle aldığım kasamı göstereyim size, tam takır kuru bakır olan kasamı”diye dert yanıyor…

Yan dükkandan gelip komşularını dinleyen bir başka esnaf; “Bu sabah gazetede okudum, moralim bozuldu. Hacettepe İngilizce mezunu bir kızımız bir büroda asgari ücretle çaycılık yapıyorsa bu ülkenin yöneticilerinin bundan büyük üzüntü duyması gerekmez mi?” diyor...

Bu sözleri duyunca kapalı çarşının derinliklerinde kayboluyorum!

Not: Ufuk Turu (2) için Çarşamba gününü bekleyeceksiniz…