Gelinen noktaya sakince bakmaya çalışalım!(mı?)

Önce dış haberler! Gözümüz Rusya’da, aklımız Kiev’de iken tarafların ne kaybedip ne kazandığını zamanın göstereceği bir mücadele! Savaşın gölgesinde çocukluk!...

Önce dış haberler! Gözümüz Rusya’da, aklımız Kiev’de iken tarafların ne kaybedip ne kazandığını zamanın göstereceği bir mücadele! Savaşın gölgesinde çocukluk! Yurdunu, yuvasını, evini, barkını terk eden milyonlar! Düşman kim, cephe neresi, amaç ve hedef ne belli olmayan bir güç yarışı! Ateş hattından hayata kaçış, sonuç alınmayan müzakereler, 2 milyona yakın Ukraynalının ülkesini terk etmesi…

Kütüphanelerde askerler için giysi, kamuflaj malzemesi, yiyecek içecek hazırlayan her yaştan kadınlar…

Gerçekle düş, pişmanlıklarla özlem, aşkla nefret arasında gidip gelen bir halk, savaşın aptallığı, saçmalığı, anlamsızlığı, korkunçluğu ve şiddetten beslenen yöneticiler ve silah tacirleri…

Savaş çığlıkları, daha çok silah üretmek arzusu, daha çok silah satma isteği, daha çok para kazanma hırsı, daha güçlü olma dürtüsü yayıldıkça tatsız, tuzsuz, umutsuz günlerin artması! İnsanların birbirine bakışarak sarılması, iş birliğinin, el birliğinin payının giderek daha çok önem kazanması…

Gelelim sorulara!

Bunun adı saldıran ve savunanların güç kavgası mıdır? Savaşların ölüm, kan, şiddet, ayrılık, silah, geri dönmeyecek kayıplar olduğunun unutulması mıdır?

Hayatı savaş meydanlarında geçen Büyük Atatürk’ün tarihe kazınan; “Ulusun hayatı tehlikeye girmedikçe, savaş bir cinayettir!” sözünün gerçek anlamını kavrayamamak mıdır?

Savaşta amaç vatanı savunmaksa şan, şeref, cesaret ve heyecanla ölümü göze alarak umuda, zafere koşmak mıdır?

Gündem savaş, gündem kasvet, gündem kederken! Bebekler sığınaklarda doğup, hastalar ilaç bulamazken! Sınırda bekleyenler, mahsur kalanlar, günlerdir kurtarılmayı düşleyenler, ülkelerini ve sevdiklerini terk edenler, sınır kapılarında umutsuzca yığılanları gördükçe umudun azalması mıdır?

Çaresizlik insanları kuşattıkça, olup bitene tanıklık ettikçe, ağza gelen yürekler insanları zorladıkça, ülkenin ve dünyanın gidişatına baktıkça; Kaygıyla, endişeyle, öfkeyle oturup kalktığımız günümüzde sorumsuz ve sorunsuz geçen yıllarımızı ne çok aradığımızı, sakin kalmayı ne kadar özlediğimizi, kaybettiğimiz gülümsemeye ne çok ihtiyaç duyduğumuzu derinden hissetmek midir?

Hal böyle iken! Sorunları vaktinden önce kavrayamayan, olası sorunları önceden tahmin edemeyen, başa gelecek dertleri doğru okuyamayanlar yüzünden ülkelerin başına gelenleri görüp, keşke tarihe, takvime, takdire ve tahmine bakan yöneticilerin sayısı artsa diye dua etmek midir?

Gerilimin tüm sektörleri etkileyeceği gerçeğinden yola çıkarak, ateş altında yaşanan dramları, giderek daralan çemberi, iki ülkenin tarihsel geçmişini, savaşın nedeninin geçmiş bağlara mı dayandığını, yoksa geleceğe yönelik bir hesap mı olduğu bilmecesinin ortada ve cevapsız kaldığını görmek midir?

Durumun özeti böyleyken, içte ve dışta bunca sorun yaşarken, garp cephesinde yeni bir şey yok mu diye sorarak, konu ve soru nedir diye ilave ederek, ne oluyor, neler oluyor diye merak etmek midir?

Yazının sonuna doğru iç cepheye dönerek! Memlekette yaşananları, “Zeytincilik Kanunu” delinerek, zeytinliklerin maden projelerine açılmasını, milli servetimiz olan zeytinliklerin para hırsıyla yok edilerek kıyılmasını, endişeleri artıran açıklamaları umutsuzca ve kaygıyla dinlediğimizi itiraf etmek midir?

Taşıyıcı kolonlara kıymamak, laiklik gibi, devrim yasaları gibi, kadın- erkek eşitliği gibi, çağdaş eğitim gibi, ezip geçen enflasyon gibi, yağmur gibi yağan zamlar gibi konulara daha çok eğilmek gerektiğini hatırlatmak mıdır?

Her alanda ve her koşulda ödenen bedellerin giderek ağırlaştığını, 59 günde 98 kadının öldürüldüğünü, 2 ay içinde 28 kadının camdan balkondan düşerek(!) hayatını yitirdiğini daha çok dikkate almak mıdır?

Yoksa önemli olanın şimdi bazı tozları silkeleyip, kendimize gelip, önümüze yeni hedefler koyup, dikkatimizi toplamak ve bazı konulara daha çok asılmak zamanının geldiğini görmek midir?

Daha da önemlisi! Battaniye altında ısınmaya çalışanları, çile kuyruklarında ömür tüketenleri, tarım arazilerini madenler için açarak, kelleşen, çoraklaşan alanları daha çok düşünmek zorunda olduğumuzu haykırmak mıdır? Bilmiyorum. Bildiğim o ki cevaplar soruların içinde gizli!

İyisi mi daha fazla uzatmadan 8 Mart nedeniyle konuştuğum salonda eşini ve oğlunu yitiren bir annenin yakarışı saydığım bu dörtlükle yazımı noktalayayım…

“Noldu gardaş noldu yolda mı kaldın? Doluya mı düştün, darda mı galdın? Bir zalım elinden yara mı aldın? Evimi, dünya mı başıma yıkdın” Bu dörtlük aynı zamanda günün ve kadının gerçeğini anlatmıyor mu?