Adımız mı? Kadın bizim…

Madem 8 Mart’la başlayan bu hafta kadın haftası, o halde ben de okurlarımın hoşgörüsüne sığınarak ve pozitif ayrımcılık hakkımı kullanarak, haftanın ikinci...

Madem 8 Mart’la başlayan bu hafta kadın haftası, o halde ben de okurlarımın hoşgörüsüne sığınarak ve pozitif ayrımcılık hakkımı kullanarak, haftanın ikinci yazısını da bize ayırdım.

Düşünüyorum da! Son zamanlarda sadece salonların değil, sadece koltukların değil, insanların içlerinin de, gözlerinin de dolu olduğu toplantılarda buluşuyoruz.

Önce Kadıköy, sonra Bakırköy Belediyelerinin çağrılısı olarak konuştuğum salonlarda kim bilir hangi rüzgârların buluşturduğu biz kadınlar; Beni Kars’ın karlı dağlarından, katılımcıları Sivas’tan, Çorum’dan, Kırşehir’den, Tokat’tan, Malatya’dan alıp getiren ve Kadıköy’de, Bakırköy’de bir araya getiren toplantılarda kanayan ve kapanmayan konumuz olan kadın sorunlarını masaya yatırdık. Yer yer gülümsedik, yer yer duygulandık, ama hep düşündük…

Her iki belediye başkanının sağlıktan spora, eğitimden kültüre, gençlerden kadınlara, engellilerden yetişkinlere, sokak hayvanlarından doğanın korunmasına yaptıkları için, hele de kadınlara ve sanata verdiği değer ve sergiledikleri sosyal belediyecilik için kutladık.

Kadıköy belediyesinin şiddete maruz kalan kadınlar için Kadın Yaşam Evleri açtığını, annelerin 12 yaşından büyük erkek çocukları ve özel gereksinimi olan çocukları ile birlikte kalabilecekleri evler açtığını, onlara sıcak bir yuva ve korunaklı evler, hazırladığını ayakta alkışladık.

Kadını 1930’lu yıllarda Cumhuriyet projelerinin temeline oturtan dar ve zor günlerin limanı Büyük Atatürk’ün bize verdiklerini bir kez daha derin ahlar çekerek andık…

Kırklarla dolu kadın karnemize bakarken; 600 sandalyeyi TBMM’de 82 kadın milletvekili olduğunu, 18 bakandan sadece 1’inin kadın olduğunu, yönetimin biz kadınlara bakış açısını anladık…

Baba ya da ana özlemiyle başlayan özlem dolu yolculuklara, yaşanamayan hayatlara, gerçekleştirilemeyen hayallere, anaların tahtını yapıp, bahtını yapamadığı kadınlara, Neşet Ertaş’ın; “Kadın insandır biz insanoğlu!” sözündeki vurguya, ülkenin yarısını oluşturan, tümünü doğuran kadınların değişmeyen yazgısına yandık…

Evlatlarımız için nelere katlanıp nelerden vazgeçtiğimizi, “Ya benimsin ya toprağın” diyenlerin şiddetini, “ben erkeğim! Biz atalarımızdan böyle gördük, bunun sonu topraktır!” sözleriyle biten yarım hayatları andık…

Dünyanın tüm yükünü omuzlarında taşıyan babaların, evin tüm yükünü sırtlanan anaların, torununa harçlık vermediği için burnunun direği sızlayan nine ve dedelerin, büyük hayallerle bitirdiği okulundan aldığı diplomayı duvara asıp umutsuzca bakan gençlerin giderek arttığı ülkemizde; sabahlara kadar tavanlara bakarak uyumayan anneleri düşündük…

Atatürk’ün emaneti olan cumhuriyete dört elle sarılmak varken onun açtığı aydınlık yolda yürümek varken, ona sırt dönmenin sonuçları ortada iken; İşsiz gençlerimiz sokaklarda, anneler boş mutfaklarında, babalar ucuz ekmek kuyruklarında ömür tüketirken talih kuşunun kimlere konduğuna baka kaldık…

Dünya birinciliğini elimizde tuttuğumuz, kadın cinayetlerine, yok sayılan ve görmezden gelinen hayallerimize, umutlarımıza, beklentilerimize, özetle kırıklarla dolu kadın karnemizden söz ederken; Kanayan ve kapanmayan yaramız olan kadına şiddetin, tacizin, öldürmenin ülkemizde artık sıradanlaştığını, 59 günde 98 kadının öldürüldüğünü, 12 ay içinde 28 kadının camdan balkondan düşerek(!) hayatını kaybettiğini hatırladık! Ve onların anne, evlat, abla, kardeş, yeğen, torun olduklarını, yaşamadan ve yaşlanmadan öldüklerini düşündük…

Emeği görmezden gelinen, alın teri yok sayılan, kanı akıtılan, adı olmayan, başlık parası, berdel, imam nikâhı, akraba evlilik, kumalık, çok eşlilik, çocuk gelin olma gibi dumanı hep tüten konularla hayatı kayan hemcinslerimizden söz ettik…

Vefalı bir evlat, sevecen bir kardeş, özverili bir eş olsa da hayatın yüzüne gülmediği kadınların bakışlarına sinen kırgınlığı anlattık. Bazen kar yağan, bazen güneş açan, bazen bulut geçen, ama hep yerinde duran anne gönlünün genişliğini ve özverisini, anne olmanın - kadın olmanın sevgi, merhamet, sabır, direnme sanatı olduğunun altını çizdik...

Çocukluğunda ilgi görmeyen, değer verilmeyen, yok sayılan, yaraları kabuk bağlamayan, öfkesini içine atıp büyüten, sahip çıkılmayan, çığlıkları duyulmayan, varlığı görülmeyen, içindeki boşluğu dolduramayan, ruhu çocukken çok yara alan, kaderinin iplerini eline alsa da tutamayan tutunamayan, hem hayatla, hem kendiyle derdi olan kadınların ortak öykülerine ağladık…

Özellikle de! Okul sıralarında tanıdığımız Atatürk’ün biz kadınların hayatını nasıl şekillendirdiğini, O olmasaydı, o ışık tutmasaydı, bugün kadının toplumsal, siyasal, sosyal ve kültürel varlığından söz edilemeyeceğinden bahsettik…

Özetle! Türkiye’de her başarılı kadının arkasında bir çift mavi gözün ışığının olduğunu, bu coğrafyada yaşayan her kadının gerek tarihteki, gerek gerçek hayattaki kahramanının Büyük Atatürk olduğunu gururla haykırdık…

Uzun konuşmanın sonunu; ağrısız, sancısız, virüssüz, aşısız, zamsız gamsız ortamlarda buluşma dileğiyle noktaladık…