Bağışıklık kazandığımız ne çok konu var…

Her günün dünü arattığı ülkemizde, şaşırmayı unuttuğumuz memleketimizde gün geçmiyor ki bir öncekini silen, sıfırlayan yeni bir olay yaşanmasın! Bu başlıktan...

Her günün dünü arattığı ülkemizde, şaşırmayı unuttuğumuz memleketimizde gün geçmiyor ki bir öncekini silen, sıfırlayan yeni bir olay yaşanmasın! Bu başlıktan ve girişten yola çıkarak içinden geçtiğimiz dönemin fotoğrafına bir kez daha bakalım!

Finansal paketlerden enerji zirvesine, Londra piyasasından kültürel enflasyona, yeni ekonomik modellerden muhalefetin buluşmalarına, aşırma tezlerden burs skandallarına, aydınlanmadan ısınmaya, ışıktan karanlığa, açık veren bütçeden bitmeyen zamlara, kredi notundan KDV indirimine say say bitmeyecek, yüz göz olduğumuz, bizi artık şaşırtmayan ne çok konumuz var…

Bilenler bilir, bilmeyenlere hayatta başarılar dileyerek soralım! Sorunları bu kadar çok ve çeşitli olan ülkemiz için lehte aleyhte ne çok yazıp çizen var! Bu konular ve sorunlar daha ne kadar yazılacak belli değil? Görünen o ki bu yazma, çizme, konuşma, paylaşma işi uzun süre devam edecek. Çünkü ülkemizin sorunları maalesef yakın zamanda bitecek gibi değil…

Yönetime göre şaha kaldırılan ülkemizde; Tek odaya sığınan, battaniyeyle ısınmaya çalışan, televizyonun ışığıyla idare eden, çocuklarının karnı doysun diye sofradan aç kalkan, banyo yapmayı, çamaşır yıkamayı azaltanları, hele de doğalgazdan elektriğe, yemeden içmeye boğazlar darboğazdayken yaşananları yazmasak olmaz…

İş gücü kadın oranı OECD ortalamasında yüzde 52.5, AB’de yüzde 52.4 iken! Bizde bu oranın yüzde 34.2 olduğunu yazmasak olmaz…

Herkese yeten, herkese yetişen kadın karşısında elinde telefon, karşısında televizyon olan, eviyle bağlarını kesen eşiyle ne konuşsun, ne konuşur? Kaderi de kederi de ortak olan kadın eğer bir fırsatını bulup; “Biz alışmışız duygusal ihmallere. Bize ne minnet duyun, ne de şiddet uygulayın!” şeklinde iki laf etmişse yazmasak olmaz…

Yakıttan ulaşıma, gıdadan ekmeğe hayatları karartan zamların, yaşanan ekonomik sorunların toplumda yoksulluk, işsizlik, şiddet, intihar, antipresenlara sığınma, boşanma, okulu bırakma gibi karşılık bulduğunu, doğalgazını açamayıp soğukta titreyenlerin, elektriğini yakmayıp karanlıkta oturanların sayısının her geçen gün arttığını, karın doyurmak için artık çıkma sebze alındığını yazmasak olmaz…

Uçuşa geçen zamları, uçuk kaçık faturaları, enerjide bitmeyen kesintileri, durdurulmayan enflasyonu ve kıskanılan ülkemizden can acıtan görüntüleri paylaşmasak olmaz…

Bazı yöneticilerin ve bazı basının; “Türkiye tarihinin en güçlü dönemini yaşıyor. Bize bir şey olmaz. Kriz rasyonel değil, psikolojik!” şeklindeki ifadelerine rağmen! Üretime ara veren işletmeleri, iflas eden kurumları, kapısına kilit vuran esnafı, şalter indiren fabrikaları, bankalarda azalan döviz ve altın rezervlerini, dış borcu katlanan ve işsiz sayısı birkaç ülke nüfusunu geçen ülkemizin genel görünümünü yazmasak olmaz…

“Türkiye’de et sorunu yok, Avrupa’nın en büyük tarım üreticisiyiz, bunlar safsata, kriz bizi teğet geçiyor, kriz falan yok hepsi manipülasyon, bunu da atlatırız!” şeklindeki akıl tutulması açıklamalara rağmen! 100 kişi alınacak firmalar için stadyumları dolduracak sayıda başvuruyu, Brezilya’dan Sırbistan’a, Fransa’dan Macaristan’a, Polonya’dan Almanya’ya; etten buğdaya, sütten samana pek çok ürünü ithal eden memleketimizi ve baş döndüren zamları yazmasak olmaz…

“Korkulacak bir şey yok, abartmayın. Kamuda en yüksek tasarrufu biz yapıyoruz, bütün yollar bizim eserimiz. Gelir dağılımında çok iyi yerlere geldik. Avrupa bizi kıskanıyor. Çünkü Avrupa’nın en hızlı büyüyen ülkesiyiz.” Şeklindeki yüksek perdeden açıklamalara rağmen! Yapılamayan ameliyatları, bulunamayan ilaçları, ödenemeyen borçları, saraylara harcanan milyonları, Suriyelilere harcanan milyar dolarları, kapı önüne konulan emekçileri, atanamadığı için intihar eden öğretmenleri, ülkeyi terk eden genç beyinleri, hele de hekim göçünü yazmasak olmaz…

Kanayan ve kapanmayan yaramız olan kadın cinayetleri caydırıcı olmayan cezalar, alınmayan önlemler nedeniyle bu kez de Giresun’da yaşanırken; Ailesinin baskısıyla 15 yaşında nişanlanıp, 16 yaşında katledilen Sıla Şentürk’ün başlamadan biten kısa yaşam öyküsünü yazmasak olmaz…

Özetle! Savrula sarsıla geçirdiğimiz günlere bakınca! Bilgisizliğinden ve ilgisizliğinden utanmadan, sıkılmadan, bıkmadan konuşanları gördükçe! Kadınlara biçilen kaderlere, halka reva görülenlere tanıklık ettikçe! Büyük çoğunluğun ana gündemi olan ekonomi, pahalılık, işsizlik ve zamlardaki artışlar hız kesmedikçe! Bu koşullarda söz bitmiyor, başlıyor demektir.

Bu durum sorunlar giderilmedikçe, sorular yanıtsız kaldıkça yazdık, daha da yazacağız demektir. Kaldı ki hal ve gidişat böyle iken gel de yazma, konuşma, paylaşma, dert edinme…