Suriyeli yetmedi, Afgan da gelsin...

Üç gün sürecek olan bu yazı dizisini kaleme alırken! Eğitimci ve yazar kimliğimle değil, kadın ve anne sorumluluğuyla yazdım. Okuduklarım, işittiklerim...

Üç gün sürecek olan bu yazı dizisini kaleme alırken! Eğitimci ve yazar kimliğimle değil, kadın ve anne sorumluluğuyla yazdım. Okuduklarım, işittiklerim, izlediklerim, gözlemlerim beni karmakarışık duygulara iterken; Üzüldüm, öfkelendim, duygulandım, kızdım, şaşırdım, hüzne, kedere boğuldum. Ortaya bu yazı çıktı…

Efendim! Ülkemize ciddi bir Suriyeli, Afgan, Özbek, Kırgız, Afrikalı akını var. Kilis, Hatay, Gaziantep, Şanlıurfa Suriyelilerin çok olduğu illerimizin başında geliyor. Esenyur’ta 128 bin, Fatih’te 81 bin Suriyeli oturuyor. Bu arada kayıtlı Suriyelilerin yaş ortalaması 22.4. Sadece ilköğretime giden Suriyeli öğrenci sayısı 339 bin!

Şimdi durup dururken bu veriler nereden aklına geldi diye sorabilirsiniz! Elbette durup dururken değil, şuraya gelmek istiyorum…

Burada doğup büyüyen çok, ülkesini hiç görmeyen daha çok, dönmeyi düşünmeyen çok çok! Adına ister sığınmacı diyelim, ister mülteci, ister mücahit, ister kaçak, ister göçmen denilsin! Sorun büyüktür ve giderek büyümektedir.

Esad af ilan ediyor, Suriyeli gitmiyor. Suriyeli bayrama gidiyor, ama hemen geri dönüyor. Taliban’dan kaçanlar Türkiye’ye geliyor. Uzmanlar bu daha göçün başlangıcı diyor. Haliyle insanın aklına da şu soru geliyor! Bozulan ekonomik dengeyi görmeyenler mülteci sorununu çözmek yerine önce göçmenlik, sonra yurttaşlık vererek nüfusun demografik, sosyolojik ve siyasal yapısını dönüştürmeyi mi hedefliyor? (Bu da soru mu şimdi dediğinizi duyar gibiyim!)

Hatırlatma notu: Suriyeliler aileleri ile birlikte yollara düşmüşlerdi. Azgın dalgalara yenik düşen Aylan bebeğin iç acıtan görüntüsünü, lastik botlarda boğulup gidenlerin dramını unutmadık. Oysa Afganlar genç erkek grupları olarak akın akın geliyorlar. Yanlarında kadın ve çocuk yok, kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar, “Taliban savaşacak genç istiyor!” diyorlar.

Tam da burada Afganistan’ın dününe bakma zamanıdır!

Ülkesinde kadın hakları konusunda ilk önemli adımları atan Afgan Kralı Amanullah Han 1928 yılında ülkemizi ziyaret edip, gördüklerinden çok etkilenince, ülkesine döner dönmez kadınların eğitimi, modern giysiler giymesi, başlık parası, çocuk yaşta evlilik, çok eşlilik gibi konularda reform yapar. Büyük Atatürk Afganistan’a doktorlar, hukukçular, eczacılar göndererek Afganistan’ın ilerlemesine destek olur. 1950’de Kabil Üniversitesi ilk kez kadın öğrenci kabul eder. 1964 anayasasında kadınlar eşit kabul edilir, seçme seçilme hakkı tanınır. 2001’de Taliban yönetimi devrilince kadınlara yönelik bazı adımlar daha atılır, Afgan meclisinin dörtte biri kadınlara ayrılır, kadınlara eğitim, seyahat, ehliyet alma gibi haklar tanınır…

Gelelim Afganistan’ın bugününe!

1992’de Afganistan İslam Devleti kurulur. Kadın hakları büyük darbe yer. 1996 yılında Taliban yönetimi ele geçirir. Yüzü görünen kadının kırbaçlandığı, kız çocuklarının okula sokulmadığı, kadına peçe ve burka mecburiyeti getirildiği, kadının yanında erkek olmadan sokağa çıkmasının yasaklandığı, radyodan müzik dinlemenin, televizyon izlemenin cezalandırıldığı, toplu idamların, recm, kırbaç ve el kol kesmelerin yaygınlaştığı görülür…

Cehaletini ve yasakların diz boyu olduğu Afganistan’da kadınların doğum sırasında ölme oranları hala çok yüksektir. Taliban’ın, günümüzde kadının hem insan, hem de kadın olarak bütün uygar ülkelerce tanınan ve hayata geçirilen hak ve özgürlüklerden hiçbirine tahammülü yoktur. Ona göre kadının kafası, gözü, ağzı, yüzü bütün bedeni burkanın altında gizlenmelidir. Kadın eve kapatılmalı, kendisine toplumsal hayatta hiçbir hak tanınmamalıdır. İki hafta önce Afgan bir kadın bir erkekle telefonda konuştuğu için halkın içinde 40 kez kırbaçlandığı unutulmamalıdır. Özetle kadınların kâbusu Talibandır.

Olup bitene bakınca! Taliban’ın kinden, nefretten, öldürmekten, şiddetten beslendiği yeniliğe düşman, hoşgörüye kapalı olduğu çok net olarak anlaşılır.

Kamyonlarla, TIR’larla, botlarla, yürüyerek gelen Afganları görünce! Taliban’ın çağlar gerisinde kalan düşünce ve uygulamaları çok açık olarak görülür.

Din uğruna kafa kesmek, televizyon, fotoğraf, internet, bilgisayar ve müziği yasaklamak, kadınların çalışmasını, kız çocuklarının okula gitmesini engellemek. Kadınları zorla yürüyen hapishane denilen burkaya sokmak, eve kapatmak, kadını mal ve eşya gibi görmek, üç- dört kadınla evlenmek, yüzü görünen kadınları kırbaçlamak, tüm okulları din eğitim veren medreselere dönüştürmek, karşı gelenlerin ellerini, kafalarını kesmek, ya da cuma namazından sonra idam etmek uygulamalardan bazılarıdır…

CB diyor ki; “Nasıl ki ABD ile bazı görüşmeleri Taliban yaptıysa, Taliban’ın bu görüşmeleri Türkiye ile daha rahat yapması lazım. Çünkü Türkiye’nin inancıyla alakalı ters bir yanı yok!”

Bu yasaları koyan, bu yasakları vahşice uygulayan Taliban’ın örgüt sözcüsü diyor ki; “Türkiye dâhil hiçbir yapancı gücün Kabil Havaalanına konuşlanmasına müsamaha göstermeyeceğiz.”

Öfke oklarımızı işin arka planına çevirirken bu kaçışa yol açan, buna göz yuman, buna neden olan, bundan beslenenlere ve yaptıklarına bakmakta yarar var. Önce bunu görelim ardından soralım. Onların geldiği yeri ve koşulları düşünürken kendi geleceğimizi de düşünmek zorunda değil miyiz? Bu bir sorundur hem de çok büyük bir sorun...

Not: Yazıma Çarşamba ve Cuma günleri kaldığım yerden bölgeye ait kadın öyküleriyle devam edeceğim.

Etiketler
Suriye