Prof. Dr. İlhan Başgöz’ün ardından…

Yolumuzun yıllar önce kesiştiği dünyaca ünlü halk bilimci Prof. Dr. İlhan Başgöz’ün vefat haberini duyunca çok gerilere gittim…

1980’li yıllar. Kars’ta kütüphane müdürü olarak görev yapıyorum. Elinde Kültür Bakanlığı’nın resmi yazısıyla kütüphanemizde araştırma yapmak üzere ABD’den, Indiana Üniversitesi’nden bir bilim insanı geliyor. Uzun süre kalıyor. Araştırmasını yapıyor. Notlar alıyor. Yöreyi, yöre insanını tanımaya çalışıyor. Sohbetlerimizden birinde, büyüklerin adını küçüklere vermek; görev yaparken iz bırakan vali, doktor, komutan, öğretmen gibi kamu çalışanlarının isimlerini çocuklarda yaşatmak; popüler siyasi figürlerin, sevilen- sayılan Türk büyüklerinin adını çocuklara koymak adet ve gelenek olduğu için “Yöremizde Kadın ve Erkek İsimleri” konulu çalışmamdan söz ediyorum…

Sen misin araştırma yapan!

Çalışmamı ilginç buluyor. Bir örneğini istiyor, veriyorum. Aradan bir süre geçiyor, Indiana Üniversitesi’nden adresime gelen mektup, çalışmamın, üniversitenin Türkoloji kürsüsünce çok önemsendiğini, bir bildiri sunmak üzere davet edildiğimi yazıyor. Mektubun altında Prof. İlhan Başgöz’ün imzası var. O gün duyduğum gururu anlatamam…

Sonra ne mi oluyor? Yerel basın haberi manşetten veriyor. 10 Nisan 1983 tarihli Hürriyet Gazetesi resimli haberinde şunları yazıyor; “Kars Kütüphane Müdürü Indiana Üniversitesi Türkoloji kürsüsü tarafından 19- 22 Mayıs tarihleri arasında düzenlenen Uluslararası Türkoloji Kongresi’ne konuşmacı olarak çağrıldı!”

Ardından ne mi oluyor? Bağlı olduğum Kültür Bakanlığı’ndan üst düzey bir yetkili arayarak “657’ye tabi bir devlet memuru olarak basına bilgi verdiğim gerekçesiyle hakkımda soruşturma açıldığını, kongreye katılırsam müstafi sayılacağımı” bildiriyor! Bir anlamda “Sen misin araştırma yapan!” demenin resmi ağızdan anlatımı olan bu telefon üzerine kongreye gitmiyorum. (Ah gençlik, ah deneyimsizlik! Bugünkü aklım olsaydı, bu davete koşa koşa gider, dönüşte de ABD’den geldiğim için daha büyük makamlara getirilirdim!)

Aradan yıllar geçiyor! Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yücel Aşkın, Çevresine yüreklerini ve bilgilerini birleştiren alçak gönüllü bilim insanlarını toplayarak, o yıllarda üniversiteyi bilim, sanat ve kültür merkezi haline getirmeye çalışıyor. Ülkemizin doğusunda, dağların arasında abartısız, gösterişsiz, sessiz sedasız çalışan bu bilim yuvası, Bitlis’ten Hakkâri’ye, Muş’tan Kars’a, Anadolu’nun her yerinden koşup gelen gençlere ışık tutuyor, umut oluyor.

Yücel Hoca, O yıllarda Indiana Üniversitesi’nin Ural-Altay Dilleri Bölümünde Türk Halk Edebiyatı Folklor ve Etnografya Uzmanı olarak görev yapan Prof. Dr. İlhan Başgöz’ü de unutmuyor elbette. Van’a, üniversitede çalışmaya davet ediyor. Prof. Dr. Başgöz de “baş göz üstüne” diyor ve koşarak geliyor…

2007’de Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi’nin daveti üzerine bir konferans vermeye gidiyorum. Karşımda Rektör Yücel Aşkın’ın yanında İlhan Başgöz oturuyor. Konuşmam bitiyor. Sohbet başlıyor. Yıllar önceki davet mektubunun altında imzası olan İlhan Başgöz, o keskin zekâsıyla bana, Indiana Üniversitesi’nin çağrısına niçin kayıtsız kaldığımı soruyor. Yanıt vermekte zorlanıyorum. (Bu olay kişisel tarihimin “keşke” dediğim olaylarından olduğundan ne zaman aklıma gelse içimi de, burnumu da sızlatan bir anım olduğu için paylaşmadan geçemedim) Dalarsam içinden çıkamayacağım bu uzun girişten sonra sadede geliyor ve sözü kendisine bırakıyorum;

İlhan Başgöz Hoca şöyle diyor: “Ben Cumhuriyetle yaşıtım. Bu cumhuriyet 7 büyük savaşın ardından kurulmuştur. 1856 Kırım, 1877 Osmanlı- Rus, 1892 Yunan, 1911 Trablus, 1912 Balkan, 1914-18 Birinci Dünya Savaşı ve nihayet 1920-22 Kurtuluş Savaşı. Kurtuluş Savaşı vatandaştan yalnız canını, kanını istememiştir. Atını, arabasını, kağnısını, sabanını, hayvanını, çorabını alarak kazanılmıştır. Türk köylüsünün yanında Türk aydınlarının en yiğit, en idealist, en eğitimlileri geri gelmemiştir. Büyüklüğü; çökmüş bir ekonomiden, harabeye dönmüş bir memleketten ortaya yepyeni ve özgür bir vatan çıkaran Gazi Mustafa Kemal’in başarısında gizlidir.”

Demem o ki: Bu yazıyı yazarken Van’da Oya Aşkın Hocamın batı ve doğu mutfağını birleştiren, her yemeğin kökenine ait müzikle kulağa, lezzet ve sunumla göze, inanılmaz espri yeteneğiyle belleklere hitap eden muhteşem sofralarını andım. Bu buluşmalarda sevecenliğin, zarafetin ve kibarlığın ne olduğunu bilen İlhan Başgöz’ün insanın yüreğini ısıtan sözlerini hatırladım, geride bıraktığı büyük bilimsel mirası, yaşamdan beslenen kültürel birikimini ve ardında bıraktığı boşluğu düşündüm. Onu engin bir gönül borcuyla selamlıyorum. Işıklarda uyusun...

Not: Bu yazı 18 Nisan 2021 Pazar günü Cumhuriyet Gazetesi ikinci sayfada çıktı. Yazı günüm Pazartesi olduğu için sizler bir gün gecikmeli okuyorsunuz. Bilgi vermek istedim…