Şanlı ordu aynı anda '25 farklı cephede' birden çarpışırsa

Yayılma hızı şiddetini biraz azaltsa da sinsi Kovid-19 virüsü ile savaş besbelli ki hem dünyada hem de iç cephede sürüyor… Sağlık ordumuzdan şehitler de...

Yayılma hızı şiddetini biraz azaltsa da sinsi Kovid-19 virüsü ile savaş besbelli ki hem dünyada hem de iç cephede sürüyor… Sağlık ordumuzdan şehitler de sessiz sedasız devam ediyor…

Doğu sınırımız ise son birkaç gündür Azerbaycan- Ermenistan sınır çatışmaları ve aniden artan gerginlik nedeniyle giderek daha çok ısınıyor…

Fiilen ve tamamıyla siyasi-askeri olarak içine girdiğimiz Ortadoğu’da Irak ve Suriye’deki oluşan gerilimi ise anlatmaya gerek yok. Özellikle de daha önce defalarca dikkat çektiğimiz önerilerde bulunduğumuz İdlip’te, içerisinde bulunan gerek bir milyondan fazla mülteciler ile; cihatçı radikal dinci HTŞ terör örgütünün ve de Rusya ile İran (Hizbullah ile) desteğini arkasına almış Hatay sınırımıza doğru ordusuyla her an bir harekât yapmak için fırsat kollayan Esad Suriye ordusunun varlıkları nedeniyle bölgede tansiyon hiç düşmüyor. Adeta “patlamaya hazır bir barut fıçısı” gibi fitili hazır bekleyen İdlip’te önceki gün kritik M 4 otobanında Türk- Rus ortak devriyesine saldırı düzenlendi. Yunanistan ise pişkince geçtiğimiz hafta sıkılmadan yasal olmayan şekilde işgal ettiği adalarımızdan birisini üstelik yeni Cumhurbaşkanları ile resmen ziyaret etmek cüretini gösteriyor. Askeri ve siyasi varlığımızla içinde bulunduğumuz Libya’da ise Sirte’nin tam kapısında fiilen desteklediğimiz Saraç’ın Ulusal Mutabakat Hükümeti savaşçıları bir şekilde durduruldu. Fakat durum orada da çok gergin. Ülkede ekonominin ve buna bağlı işsizliğin durumunu çok önemli görmekle birlikte zorunlu olarak konu dışı bırakıyoruz…

Kısacası ülkece zordayız ve hava, bize göre göründüğü kadarıyla “kurşun gibi ağır” …

Bir süre önce yapılan o radikal emir komuta değişikliği nedeniyle şanlı Jandarma Genel ve Sahil Güvenlik Komutanlıklarımız, en önemli oturmuş ve bilinen harp prensiplerinden birisi olan “emir komuta birliği” nedense göz ardı edilerek, şaşırtıcı bir şekilde bir gece ansızın bir KHK. ile ikisi de Genelkurmay ve MSB’ lığı bünyesinden koparılıp alındılar. Ve aynı anda İçişleri Bakanlığı’na bağlandılar.

Geçmişte o dünyaca tanınan güçlü ordumuzun “ulusal niteliği daha ağır basan” ayrılmaz parçalarıydı bunlar. Her ne kadar “yeni sistemde Cumhurbaşkanlığı zaten hepsinin başkomutanıdır!” da dense bu gerçek ne yazık ki özünde değişmez, en azından kuvvet komutanlıklarının Genel Kurmay Başkanlığına bağlanması ile aynı şey değildir.

Başına bundan böyle bir jandarma orgeneral verilmek suretiyle ağzına bir parmak bal çalınan Jandarma teşkilatı (ki bizce bunun onca yıl yapılmamış olması eskilerin bir hatasıydı), resmi şapka kokartlarına da Osmanlı devri hatırlatması kabilinden bir “tuğ/ ışın işareti konulup” yani şekilsel de bir değişimle adeta biri “kır polisi” diğeri ise “deniz polisi” haline getirilmiş gibi oldular. Bizce ordusunu “bu çilekeş milletin yansıması” olarak gören bizim gibi farkındalığı olan insanlarda bu tepeden inme sonuç, kuşkusuz çoğunluğun içlerini “cız” ettirdi…

Her şeyden önce konunun uzmanı olarak “keşke yapılmasaydı” bu radikal emir komuta değişikliği diyoruz. Hiç değilse şu kumpaslar süreci atlatılsa ve çevremizdeki cehennem biraz durulmuş olsaydı bari…

İşte bu düşüncemizin nedenleri ve kökleri, bizce bugün aşağıdaki paragraflarda ister istemez sıralanmış oluyor…

Göz bebeğimiz “Ordumuz” denilince, öncelikle silahlı mücadele yapılan onca önemli ve çok farklı yerlere dağılmış cephelere kısaca şöyle bir değinmek gerekiyor, kanısındayız.

Bugün belki işler zar zor da olsa her şeye rağmen iyi gidiyor da olabilir. Ama bu çetin coğrafyada etrafımızın sürekli “ateşle sınanıyor” olması ve ülkenin, giderek daha fazla yalnızlaştığını görmemiz nedeniyle, işlerin daha sonraları ulusal güvenlik açısından daha da zor ve karmaşık hale gelebileceğini hissediyoruz.

İstense de istenmese de reel politik olarak bakıldığında oluşan bu olası negatif sonuç; hele bu uzlaşmaz ve berbat uluslararası siyasi konjonktürde, bize göre kaçınılmaz görünüyor ve de çok düşündürücü. Hiç kimse kimseyle uzlaşmıyor, kimse karşısındakinin hakkına hukukuna razı olmuyor…

Aslında bizce yaklaşık yirmi yıldır, New York’taki o ikiz kulelerin vurulduğu günden beri var olan bu çok zorlu ulusal ve uluslararası süreçlerde oportünist bir siyasi hamleyle “Aman fırsat bu fırsat, vesayeti önleyelim vs.” derken askeri stratejinin ya da daha da önemlisi harp prensiplerinin çok önemli bir kuralı olan yukarıda da vurguladığımız “emir komuta birliğinde” oluşan bu çift başlılık (iki farklı Bakanlık) ulusal gücümüzü ciddi anlamda zayıflatıyor.

Zaten şanlı ordumuz şu sıralar cari anlamda çok meşgul bir durumda; gerçekten de bize göre ordumuz yurt içi ve yurt dışında irili ufaklı 25’i aşkın farklı nitelik taşıyan cephede-yerde ve üstelik gerektiğinde kan ve canını vererek görev yapıyor. Afganistan (ISAF-2000 asker), Kosova (KFOR- 400 asker), Bosna (AB-ALTHEA- 250 asker), Libya (35 asker ?), Katar (300 asker), Irak (Başika…2500 asker), Somali (200/ 2000 asker), Lübnan (UNIFIL-100 asker), Arnavutluk (Vlore-Paşa Limanı-25/100 asker), Mali (UN-MINUSMA-?), Orta Afrika Cumhuriyeti (UN-MINUSMA-?), Sevakin Adası (Sudan-?), Fırat’ın Doğusu-El Bab- Afrin- İdlip (tüm Suriye toplamında yaklaşık 5000 asker + İdlip’e yapılan son takviyeler?), artık sınır ötesine taşan iç güvenlik harekâtları, Doğu Akdeniz cephesi, Ege ve Karadeniz’deki sondaj çalışmalarının korunması ve refakat görevleri, Ege’de Yunanistan tarafından bizce haksız işgal edilen 18 adamız, 10.765 km’yi bulan “kara, hava ve deniz hudutlarımızın” karış karış korunması, “yavru vatan” Kıbrıs’ın özellikle de hudutlarının dahil korunması (40 bin asker) ve “tek millet iki devlet” dediğimiz Azerbaycan (80 asker) ve orada şu sıralar aniden kanlı bir krizle patlayan ve sonu nereye varacağı önceden bilinemeyen ister istemez oluşabilecek muhtemel cephe… Bunlara ilaveten; yurt sathında icra edilen büyük çaplı planlı kara-hava-deniz tatbikatları, Ordu’nun kendi içinde FETÖ dahil her türlü tüm yasa dışı cemaat ve örgütlerle mücadelesi, her tarafa yayılmış olan NATO karargahlarında kritik ve yoğun müşterek görevler, diğer bazı müttefik ülkelerdeki akıl ve alın teri gerektiren askeri eğitim ve iş birliği faaliyetleri (ASEİŞ) ve de belki de cabası var…

Bazıları BM., bazıları AB., bazıları da NATO kapsamında bulunan bütün bu cephelerle nasıl baş ettiğimizle gurur duymak bizce en kolayıdır; oysa “geleceği görüp endişelenmek” ise bir an önce tedbir alınması için uzmanlığımızın da gereğidir, gerçekçidir…

Zira o bir zamanların çok önemli olan ve bu tür çok kritik konuların uzun uzun tartışılması gereken ulusal güvenlik kurumu bir gün ansızın bambaşka bir yapıya devşirilen MGK da artık “ortalama 3-4 saat süren ve yılda sadece altı kez yapılan” rutin toplantılarıyla adeta bir “vitrin kurumu” haline dönüşmüş durumdadır. Mesela bunca karmaşık konu varken, keşke orada gerçek anlamda çağdaş demokratik ve çok cesur “Beyin Fırtınaları” yapabilseydi; hatta detayları da kamuoyu ile paylaşılsaydı, diyoruz… Orasının içerisini şeffaf olarak göremediğimiz için de “ney-nasıldır” pek bilemiyoruz. MGK’ nun bizce hazırlaması gereken, bilinen anlamda şeffaf bir “caydırıcı Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi (NSS)” de mevcut değildir. Mevcut resmî sitesinde de sadece o çok bildik rutin “genel ifadeli MGK kararlarından” başka doyurucu bir bilgiye ulaşılamıyor. Böylelikle de vatandaş, aydınlar yaşamıyla bire bir ilgili olduğu kesin olan “uygulanacak güvenlik politikalarını” göremiyor, yeterince bilmiyor (Bakınız; 8 Haziran 2018, Halkla Paylaşılan Şeffaf Ulusal Güvenlik Stratejileri )…

İşte yukarıda saymış olduğumuz bu çoğu dağda taşta, bilmedik uzak yerlerde icra edilen yurt dışı operasyonel görevlerin ve cephelerin, konuyu bilenler iyi bilir; manevrası, ateş desteği, hava sahası kontrolü, iaşesi, ibatesi, ikmali, intikali, her türlü lojistiği, personel değişimleri, sıhhi tahliye ve tedavileri, aileleri de dahil moral ve motivasyonları, genel bütçe faaliyetleri ile bunların koordinesi sevk ve idaresi, emir komutası hakikaten çok ağır ve adeta bu yoğunluğuyla insanın birazcık düşününce nefesini bile kesebilecek zorlu görevlerdir. Üstelik bu cephelerde bulunan, omuzları ağır sorumluluk yüklü o memleket evlatları, her an ölümle burun buruna ve de ailelerinden uzak yaşar.

İyi ama o zamanlar “yedi düvelle” kapıştığımız, cihat bile ilan edilerek her taraftan asker topladığımız o koskoca Birinci Dünya Savaşı’nda dahi; bizim üstelik farklı zamanlarda aktif olmak kaydıyla toplam da sadece ortalama çoğu zorunlu “9 cephemiz” vardı. Oysa barış görünümlü olsalar da bugün artık Bosna’dan Somali’ye oradan Kabil’e uzanan yukarıda listelenen aynı anda görev yapılan bize göre basit parmak hesabıyla neredeyse 25’ i bulan sayıda kritik ve farklı asker bulundurduğumuz cepheden bahsediyoruz. Belki de ülkemizde ulusal güvenlik konuları çok uzun bir süredir kamuya açık ve tam şeffaf olmadığından dolayı bilemediğimiz açılmış daha fazla cephe bile olabilir… Kim bilir?

Öncelikle şunu söyleyelim; Barışta olsa bile oralarda her an her saniye bir ölüm riski vardır; eller tetikte ve gözler karşı taraftadır, asla rahatları da yoktur bu memleket evlatlarının …

Biz bu yüzden hiç değilse bir vatandaş olarak soruyoruz; “Bu nedir böyle Allah aşkına? Leblebi gibi her tarafa dağıttığımız Ordumuz ve on binlerce askerimiz suretiyle, dünyada ‘üç kıtada’, neredeyse her tarafta askeri birliklerimiz ve kışlalarımız oluşmuş da iyi mi olmuştur?”

Kumpaslarla, o tepeden inme iyi niyetle de olsa radikal değişikliklerle adeta defalarca silindirle üzerinden geçilen ve hala her gün terfiler, statüler gibi müesses sistemlerle oynanarak yapılmaya devam edilen büyük değişiklerin şanlı Orduya acaba devam etmekte olan çok yoğun görevleri açısından ağır bir ilave sorumluluk yüklemiyor mu bu? Muktedir olan siyaset müessesinin asıl görevi, ordunun sırtındaki bu ağır yükü rahatlatıp, “makul ve olmazsa olmaz düzeylere azaltması” gerekmez mi? Bütün cephelerin üstelik sanki “aynı öncelikte olması” bizce eşyanın tabiatına da aykırıdır…

Açık kalplilikle “Her tarafta kuvvetli olan her tarafta zayıf olur” strateji kuralına, özellikle de dikkat çekmek istiyoruz. Çünkü Ordu/ Asker bildiğimiz kadarıyla; Birinci Dünya Savaşı’ndan beri neredeyse bir asırdır aynı anda böylesine fazla cepheyle uğraşmak zorunda kalmamıştı. Siz bakmayın sürekli gerilim ve savaş pohpohlayan, bilip bilmeden yanlış yönlendiren o her konunun uzmanı(!) ünlü ekran gladyatörlerine (Bakınız;15 Eylül 2019, Ulusal Güvenlik Uzmanı ya da 'Gladyatör').

Üstelik günümüzde bu kadar fazla cephede görev başında bulunurken, eskinin o demir pençeli bütün askeri gücü tek elde toplayan, zaferler kazandıran o “geleneksel merkezi komuta kontrol sistemi” de yukarıda vurguladığımız üzere eskisi gibi de değil şanlı ordumuzda… değiştirildi…

Bir zamanlar o bir avuç neo-liberalin (!) “Reform yapıyoruz, yaşasın vesayet bitiyor!” yaygaralarına odaklanılıp ülkece aldanıldı ve o iyi oturmuş/ geleneksel ve gıpta edilen sağlam sistemlerin hemen hepsi ile ne yazık ki alelacele oynandı. Hem sanki şu anki kilit ve üst düzey omurga kadrolar hala o önceki sistemin meyvesi değil midirler?

Şu ana kadar neyse ki işler “çok büyük sorun çıkartmadan gitti” gibi görünüyor. Ama biz hangi kadrolarla, nasıl zorlu ve fedakârca çok büyük bir mücadele verildiğini bunca yıllık deneyimize göre gayet iyi tahmin edebiliyoruz; yani askerlik sistemi, terfi sistemi baştan aşağı değişmiş, yeterince deneyimli generali- amirali az, kurmay subayı çok az, kıta subayı az, mevcut olanlar da çabuk eğitimlerle yeterli nitelikleri daha tam kazanamadan zorunlu olarak göreve getirilmiş, durumda olabilirler. Belki de muharip piyade bölüklerinin başında bazı yerlerde yeni mezun gencecik birkaç aylık yedek subaylar dahi komutanlık ediyor olabilir, bunları tam bilemiyoruz…

Hal böyle iken ülkenin operasyonel çıtası yıllar geçtikçe bir “oh” bile dedirtmeden yükseldikçe devamlı yükseltiliyor, cepheler arttıkça artıyor, dur-durak yok adeta… Ne zaman nerede benzeri yeni bir cephe açılabilir, kestirilmesi artık çok zor. Askerlik sürelerinin iyice azaltılması da cabası.

Ayrıca maazallah mesela geniş çaplı büyük bir Marmara depremi daha olsa bununla, bu kadar cepheye dağılmış ve aşırı meşgul bir ordu, halkın yardımına nasıl koşacak? “Olmaz artık bu kadarı!” da demeyin; daha geçen yaz Silivri’den sıyırdı geçti büyük bir Marmara depremi olasılığı, Elazığ-Bingöl’de, Ege’de dişlerini göstermedi mi? Sonrasını ise kimse bilemez. “Ordusuz” asla depremle mücadele olmaz. Ordunun o muazzam gücüne, iyi niyetli de olsa bizce bütün gösterişli gayretlere rağmen kıyasen o minicik sayılabilecek AFAD’ı eğer “büyük depremlere yeter” sanıyorsanız çok ama çok yanılırsınız; zira büyük depremler olası tsunamisi ile beraber çok farklı ve de büyüklüğü hayal bile edilemeyecek derecede maazallah trajik sonuçlar doğurabilir, karada havada denizde topyekûn koordinasyonu çok ağır bir mücadele ve önceden hazırlıklı olmayı gerektirir büyük çaplı doğal afetler… Biz söylemiş olalım…

Peki ya bu “çok fazla cephede dağılmış Ordu” durumumuzdan hoşnut olma olasılığı yüksek olan ve sırtını devamlı AB’ye (özellikle de Fransa’ya) bazen ABD’ye dayamaya alışkın, şımartılan fırsatçı komşumuz Yunanistan, ülkemiz aleyhine denizlerde-göklerde ya “bizi tahrik ettiniz!” diyerek yine bir başka çılgın karar alırsa? Almaz demeyin; GKRY bile boyuna bakmadan Doğu Akdeniz ile ilgili Türkiye aleyhine tek taraflı peş peşe kararlar almadı mı, almıyor mu? Hatta bunları bazı müttefikimiz olan ABD ve Fransa gibi ülkelerle beraberce uygulamıyor mu? Ya tuhaf bir süreç içinde elimizden alınmaya çalışılan o Ege’deki 18 adet adamızın durumunu nerelere koyacağız?

Bu çok sayıdaki farklı farklı cephelerdeki askeri stratejik konuşlanma anlamında oldukça dağınık halimizle bunlara karşı fiilen (söylemle değil) caydırıcılığımız ne ölçüde vardır acaba? Onca kumpastan sonra bunların jenerik vs. senaryolu harp oyunları oynanıyor mu eskisi gibi?

Durup dururken her tarafa bu kadar çok yayılmak suretiyle “zayıf görünüp” neden bunların risk iştahlarını- ufuksuz- arsız cesaretlerini daha da fazla kabartıyoruz ki?

Ayrıca şu amansız Kovid-19 günleri peki ya böyle daha da uzamaya devam ederse ne olacak?

Bu virüs, ya daha kötü bir türeviyle yani mutasyonlu virüs şeklinde hortlayıp sınırlarımızdan içeri tekrar ya öncekinden daha büyük çapta girerse, maazallah kışlalara da yayılırsa veya bu alanda ülkede askerin muhtemel destekleyici rolüne zorunlu olarak gerek duyulursa bu mevcut güvenlik yaklaşımı nasıl olacak? Hele ya yurtdışındaki bu sayısı fazla dediğimiz o cephelerde görev yapan birliklerimize ve veya kontrol ettikleri yerlerdeki sivil-asker insanlara da bu berbat virüs giderek daha fazla bulaşırsa oralarda yad ellerde Mehmetçikler ne yapacaklar?

Burada anlatmaya çabaladığımız endişelendiren durum bize göre “felaket tellallığı” olarak da algılanmamalıdır; ama mevcut durum işte bu kadar da karmaşıktır aslında… Daha ne diyelim ki?

“Ordu reformu” adı altında o son yapılan radikal değişikliklerle, “gerçek etkinliğinin” hangi duruma geldiğini en iyi bugün onu yönetenler ve içinde görev alanlar bilir. Ancak eğer oralarda çeşitli seviyelerde daha önce benzer görevleri yaptıysanız, dışardan bakılınca da işlerin o kadar da kolay olmadığını ve de halen çekilen büyük güçlükleri, yapılan çok büyük fedakarlıkları en ufak rütbelisinden en büyüğüne oraya gitmeden de kolayca görebilirsiniz, en azından hissedebilirsiniz…

İşte biz burada açık yüreklilikle diyoruz ki askeri-siyasi gücün yukarıda saydığımız “mevcut cephe/ görev sayısında, belli bir doyum noktasına artık gelinmiş olsa gerek!” Yani “ulusal güvenlik sistemi ve Ordu en azından artık daha fazla zorlanmamalıdır”, diyoruz…

Daha kısa ve öz söyleyelim düşüncemizi; mevcut cepheler önceliklendirilip, özellikle de “olmazsa olmazlar saptanıp” mevcut dış cephelerin sayısı azaltılabilir…

Ordumuzu “Aslansın, kaplansın, yaparsın…vs.” diyerek alkışlamak gururlanmak en kolayıdır ve artık gelinen bu aşamada yeterli olmaz, çözüm de değildir… Onu anlamak, çok iyi dinlemek, derdini sıkıntısını sorup yüreğinde hissetmek ve de en önemlisi gereken tedbirini almak çok daha önemlidir…

Daha önce de önerdiğimiz gibi bizce Ordumuzun sırtındaki bu çok fazla cepheli ağır operasyonel yükün azaltılmasına, mesela oradan “ilave bir göçe” meydan vermeyecek şekilde gerekli siyasi-askeri tedbirlerin de alınması suretiyle öncelikle İdlip’ten de başlanabilir, diyoruz (Bakınız: 26 Mart 2020, İki Cepheli Savaş Kâbusu: 'İdlip/ Suriye ve Koronavirüs' ).

Hem artık 25’ i bulan sayıdaki cephe sayısını bir şekilde azaltmak suretiyle yapılacak kuvvet-kaynak tasarrufu geride kalan diğerlerinin güçlenmesine de yarayabilecektir.

Hele gelinen bu aşamada ABD, AB ile Rusya arasında dış politika alanında adeta istemeden de olsa pinpon topu taktiğiyle “Dünya jandarmalığına” soyunmaya da bizce gerek yoktur. Bu ülkelerle uygulanan geleneksel “onurlu ve barışçı denge politikalarının” dışına çıkmamakta yarar vardır, diye düşünüyoruz…

Ayrıca daha da önemlisi; bizce günümüzde önemli olan, bir yerlerde beklenmedik bir zaman ve yerde kritik bir durumun patlamasına fırsat bırakmadan yeterince önce bu “cephe azaltma” işini siyaseten ve ardından askeri olarak mevcut kapasiteyi daha da aşırı zorlamadan “zamanında yapmak” gerekmektedir. Kontrolden çıkabilecek böyle hiç beklenmedik pis bir büyük durum-vukuat, eğer aniden bir yerlerden patlak verirse maazallah gerisi peş peşe zincirleme olarak da gelebilir. Bölgesel hakimiyet fikrini de aşarak “Kaş yapayım derken göz çıkarılır” ve böylece ülke prestiji de dünyada önemli ölçüde zarar görebilir…

Kovid-19 ile yapılmakta olan ve uzayacağı anlaşılan mücadele, bu yazıda önerdiğimiz “Ordu mevcut cephe sayısını azaltma çalışmaları” için bize göre gerçekten de “çok etkili bir gerekçedir”, hatta iyi bir siyasi örtüdür, akılcı zamanlama ile “iş bilen için güzel bir fırsattır” …

Dolayısıyla çok iyi düşünüp diplomatik bir barışçıl atak yaparken, bir yandan da sorunun öncelikle “TBMM’ inde işi bilen teknokratların da katılımıyla genel kurulda birkaç gün süreyle demokratik olarak tartışılıp” gerçekçi risk ve tehdit değerlendirmeleriyle mevcut cephelere uzlaşılarak somut öncelikler verilmesi ve “olmazsa olmaz” olan cephelerin ortaya konması (örnek: Kıbrıs, Azerbaycan, İç Güvenlik, Ege ve Doğu Akdeniz … vb. gibi), sonra da bazı cephelerin planlı olarak elemine edilmesi ya da birkaçının yerine en öncelikli birine çok daha fazla odaklanılması vs. suretiyle, bu süregelen ulusal güvenlik sorununa hızla çare bulunması, bize göre yegâne çaredir.

Bu arada, bu alanda “stratejik kararlar” alınıyorken gözbebeği Ordunun/ Askerin tümüyle “siyasete alet edilmemesi ve daha fazla yıpratılmaması ama görüşlerinin de samimiyetle ve dikkatle alınması, çalışmanın içinde bulundurulması” da bizce, hele böyle bir aşamada gerek ülke demokrasisinin gelişimi gerekse ulusal güvenlik mülahazaları açısından yaşamsal bir zorunluluktur.

Bizce, Jandarma ve Sahil Güvenlik teşkilatları da dahil, daha önceki o alışılagelmiş Genelkurmay Başkanı’nın Kara-Hava-Deniz Kuvvet Komutanlarını emrine alan “tarihi ve geleneksel emir komuta zincirinin” etkin olarak hızla yeniden sağlanması koşuluyla ama “Genel Kurmay Başkanlığı’nın ise Millî Savunma Bakanlığı’na bağlanmasının devamı” suretiyle çağdaş ve uzlaşılabilir bir yol da izlenebilir…

Sonuç olarak bu coğrafyada “Güçlü Ordu/ Güçlü Asker istemek” (Bakınız: 16 Mayıs 2020, Gençlik, savaş karşıtlığı veya asker düşmanlığı) normaldir ama bu arzu, çoğu yurt dışında bulunan sayıları “25’e ulaşan farklı cepheye gönderilmiş-görevlendirilmiş mevcut her tarafa yayılmış Ordu” düşüncesiyle bize göre çelişmektedir. Sadece kuvvet tasarrufu yapmak açısından değil, yine başka bir harp prensibi olan bu suretle söz konusu cephelerde “sıklet merkezi yapmak” (yani diğerlerinden alıp en öncelikli olanlara askeri-siyasi daha da fazla yoğunlaşmak) da ulusal çıkarların elde edilmesi açısından akılcı bir siyasi yaklaşım olabilir…

Türkiye gibi jeostratejik anlamda kilit ülkeler, güçlü ve öz güvenli orduları olmadan yaşamlarını asla bağımsız olarak sürdüremezler. Bunu görebilmek için Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarına ve Sevr Anlaşmasına ordunun nasıl silah bıraktırılıp dağıtıldığına şöyle bir dönüp bakmak yeter de artar bile… Yaşamsal önemdeki bu konuda artık bölüp kutuplaştırmak değil tam aksine TBMM. vasıtasıyla “siyasi uzlaşma” dahi aranabilir. Bütün bunlar şimdilik hala imkânsız değildir ama “geç kalınması riski” bizce hızla ve giderek artmaktadır…

Güzel günlere...

*****

Dipnot

[1] Cephe dediğimiz yerler ve asker miktarları WİKİ, İnternet gazeteleri gibi açık kaynaklardan derlenmiştir (2018-2020). Kıbrıs hariç, yurtdışında bulunan askerlerin çoğunluğu subay, astsubay, uzman erbaş gibi profesyonel askerlerden oluşmaktadır. Bazıları da askeri danışman ve eğitmenlerdir… Dolayısıyla tamamı genel kural olarak kazana dahil olup ülkeye göre değişen bir miktar döviz vs. şeklinde ilave harcırah alırlar.

Etiketler
Ordu