İnsan hakları ve çifte standart

Öyle ya başörtülü bir kadın, durup dururken yere yıkılıyordu. Sanki işkence sadece 28 Şubat döneminde varmış gibi, kendi iktidarları döneminde hiç yokmuş gibi!

Hafta sonu Furkan Vakfı’nın Adana’da yaptığı ve sürekli hale geldiği anlaşılan gösteriye polisin müdahalesi büyük bir tartışma yarattı. Sosyal medyada sokağa taşan işkenceye tepki yağdı. Tepkilerin bir bölümü insan haklarını savunan herkesin göstereceği gibiydi. Ama bir bölümü de acayipti. ‘Bize nasıl yaparsınız?’ türünde sorular yöneltildi. Bir de tuhaf biçimde işkenceyi iki cenahtan savunanlar oldu: “Bize yapılırken iyi miydi” diye soran sol ve laik kesimin bir bölümü ve işkence yapılanların aslında ne kadar fena olduğu, hakettiklerini anlatmaya çalışan AKP trolleri…

Önce şunu söylemem gerekiyor: Yapılan orantısız müdahale değil, düpedüz işkenceydi. İlk kez de yaşanmamıştı. İHD’den Sebla Arcan’ın Medyascope yayınında tane tane, sakin sakin anlattığı gibi. Burada bizim mesleğimizle de ilgili bir sorun var. İşkenceyi darp, tecavüzü cinsel istismar yazmak gibi.

Nihayetinde görüntüler ve gelen tepkiler iktidar cephesini de rahatsız etti. ‘Normal’ bir ülkede içişleri bakanının istifasına kadar gidecek sokağa taşmış işkenceye İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve AKP sözcüsü Ömer Çelik ‘tepki’ gösterdi, olayla ilgili soruşturma başlatıldığını söyledi. Açıklamalarda 28 Şubat vurgusu da vardı. Öyle ya başörtülü bir kadın, durup dururken yere yıkılıyordu. Sanki işkence sadece 28 Şubat döneminde varmış gibi, kendi iktidarları döneminde hiç yokmuş gibi!

Aslında bu vurgunun kendisi bile sorunlu. İşkenceye, kötü muameleye ‘Müslümanlar’a, ‘türbanlı bacımız’a yapınca karşı çıkmak. Sağın genel problemidir bu. Bakın birkaç gün sonra Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un idamının 50. yıldönümü. İdamın Meclis’te onaylandığı fotoğrafı hatırlayın. Üç genç devlet eliyle resmi olarak öldürülecek, Demirel iki elini birden kaldırıyor gülerek. Neden? İntikam alınacak, 10 yıl önce Menderes, Zorlu ve Polatkan idam edildi ya. Onun rövanşı.

Sağın sığlığıdır bu: İdama karşı değiller, kendilerinin idam edilmesine karşılar. İşkenceye karşı değiller, kendilerine yapılmasına karşılar. Tecavüze karşı değiller, kendilerine tecavüz edilmesine karşılar. Üstelik bu Türkiye sağına özgü bir durum da değil.

Umarım saldırıda ağır yaralanan kişi sağlığına bir an önce kavuşur. Ama yine de “Her hayırda bir şer vardır” diyeceğim. Çok umutlu olmasam da bu saldırı belki güvenlik güçlerinin muhaliflere karşı hoyratlığını engellemesine vesile olur.

BU ÜLKEDE İHD VAR

İnsan Hakları Derneği 1986’da kuruldu. Kurucular arasında hapishane önlerinde çocuklarını, eşlerini, kardeşlerini savunmaya çalışan kadınlar çoğunluktaydı. Aydınlar da vardı kurucular arasında. İlk Genel Başkan Emin Galip Sandalcı’yı saygıyla anarım bu arada. O dönem ülke açık bir işkencehaneye dönmüştü (bugünle karşılaştırılabilir artık). Aynı yıl TAYAD da kuruldu.

İHD evrensel insan hakları bildirgesini esas alan bir insan hakları örgütüydü. Bedeli ağır oldu. Kolay hedefti, yöneticileri öldürüldü, ölümüne yaralandı, tutuklandı, yargılandı ve halen yargılanıyor. İHD ilk kurulduğunda gelen eleştirilerden biri şuydu, “Siz solcu hakları derneğisiniz!” Ama doğrusu o değildi. Ezici çoğunlukla solcular hapishanelerdeydi, onlar eziyet görüyordu, aileleri İHD’deydi. Saf birer insan hakları savunucuları mıydık? Ben kendi adıma değildim. Öğrendim.

90’ların hemen başında Uğur Mumcu ile iki kez konuştum İHD’nin bir etkinliğine, paneline katılması için. “Siz double standartlısınız” dedi ısrarla. Saygı duyduğum gazeteciyle tartıştık. 2000’lerin başında Adalet Ağaoğlu bence talihsiz ve tuhaf bir açıklamayla İHD kuruculuğundan istifa etti.

Bunu neden yapmıştı, çünkü solcuların ekseriyeti dışarı çıkmış Kürt siyasi tutuklular içeri girmişti. İnsan hakları mücadelesi de doğal olarak oraya yönelmişti. Bu, bir tercihten çok mağdurun insan hakları mücadelesiyle alakalıydı. Bir dönem öncenin solcularının yerini şimdi Kürt siyasi tutuklular almıştı. İHD’ye “Siz Kürt hakları derneğisiniz” demeye başladılar.

Resmi rakamlara bile geçmiş bölgede binlerce faili meçhul cinayet, gözaltında kayıplar… Nasıl olabilirdi ki başka.

28 ŞUBAT

Bir efsaneye dönüştürülen 28 Şubat kararları sırasında (kişisel tanıklığımda ezanın yasaklandığına inanan birkaç kişi bile gördüm), başörtülü öğrenciler üniversitelere alınmazken yanlarında İHD de vardı. Ama İHD yetmedi, eksik kaldı ya da başka nedenlerle muhafazakar kesimler Mazlum Der’i kurdu.

Demokrasiyi bir bedel ödeyerek kazanmamış toplumlar (ki oralarda bile son zamanlarda bizdeki gibi olmasa da sorunlar yaşanıyor) daha büyük bedeller ödüyor. Özgürlükler, demokrasi konusunda daha duyarsızlar. Ancak başlarına gelince hatırlıyorlar insan haklarını.

1980’lerin sonu ya da 90’ların başı olmalı. Aktüel dergisi şöyle bir haber yapmıştı. Bir gazeteye ilan verildi. İdamlarda istihdam etmek için dolgun ücretle cellat aranıyordu! Gelen ilgiye muhabirler de şaşırdı. Ne yazık ki böyle…

Örneğin 1995’ten beri Galatasaray meydanından yükselen bir çığlık var. Evlatlarını, eşlerini, kardeşlerini gözaltında kaybedenlerin çığlığı. Cumartesi Anneleri’nden söz ediyorum. Toplumun çoğunluğu ellerinde kaybedilmiş yakınlarının fotoğraflarıyla orada oturan insanları umursamadan İstiklal Caddesi’ni turluyordu. Annelerin artık orada artık oturmasına izin verilmiyor. 700. Hafta yasaklandı eylem keyfi bir tutumla. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, yasaklama kararını savunurken “Bu kişiler Eminönü Meydanı’nda gezerken mi kayboldu” diye sordu ve kayıpların yasadışı örgüt üyeleri olduğunu söyledi.

Yani bu ülkenin İçişleri Bakanı’na göre bazı vatandaşlar gözaltında kaybedilebilirdi. Toplumun bir bölümü de böyle düşünüyor olabilir. Örneğin, “İdam cezası geri gelsin mi?”, “İşkence bir sorgu yöntemi olarak kullanılsın mı?”, “Sizin gibi düşünmeyen, yaşamayana yaşam hakkı tanınmasın mı” türünde bir referandum yapılsa sonuç çok şaşırtıcı olabilir. Bu nedenle de bu tür meseleler asla referandum konusu yapılmaz, yapılamaz.

Cumartesi Anneleri’nin eylemi İHD İstanbul Şubesi önünde devam ederken dört yeni aile katıldı eyleme. Cemaat şüphesiyle gözaltına alınan yakınlarından aylardır haber alınamıyordu. Birden Cumartesi Annesi oluvermişti onlar da.
Galiba sorun temel hakları başımıza bir olay gelince hatırlamakta yatıyor. Artık demokrasinin, özgürlüklerin değerini dayak yiye yiye öğrenmeyelim.

Etiketler
Muş Ordu İnsan hakları