Facebook'un gerçek günahı

Son zamanlarda Facebook hiç istemediği şekillerde gündem oluyor. Yaşadıkları kesintilerin üzerine bir de eski bir çalışanlarının yaptığı “sızıntı” konuşulmaya başlandı. ABD’de böyle büyük şirketlerden olası sızıntıların önü genelde erken kesilir. En iyi ihtimalle medyanın çok ilgi göstermesine izin verilmezdi. Ancak bu sefer öyle olmadı. Eski bir Facebook çalışanı Frances Haugen şirketle ilgili ciddi iddialarda bulundu.

Başka sızıntıların aksine iddialar çok ciddiye alınmıştı. Medya kuruluşları röportajlar yaptılar. Haugen’in ABD senatosunda konuşma yapmasına bile izin verildi.

Açıkçası sosyal medya şirketlerini epey yerden yere vurmuş biri olarak Facebook gibi “mimli” bir şirketin hakkında birtakım sızıntıların olacağı beni çokça meraklandırmıştı. Özellikle son 3-4 yılda bu şirketler yetkilerini aşan hareketlerde bulunmuş, seçilmiş siyasetçilere müdahale etme hakkını kendinde görmüş ve batı toplumunun belli bir kesimine sahip olduğu otoriteyi kabul ettirmişti.

Tabii Haugen açıklamalarını yaptığında ortaya çıkanın beklediğimin tam tersi olduğunu gördüm. Eski Facebook çalışanı şirketin “kazanç” uğruna toplum sağlığını arka plana ittiğini, yalan bilgilerin yayılmasına sebep olduğunu söylüyordu. Ona göre 6 Ocak ABD kongresi baskını da bu yüzden gerçekleşmişti. Haugen ve ona platform sağlayanlar Facebook’un sansür uygulamasından şikayetçi değildi, tersine yeterince uygulamadığını düşünüyorlardı.

Yaklaşık 2 senedir inşa edilen “dezenfarmasyon” karşıtı hareket için bir adım daha atılmış oldu. Kulağa hoş geliyor değil mi?

Sosyal medyada vakit geçiriyorsanız siz de sürekli deli saçması komplo teorileri paylaşanları illa görmüşsünüzdür. Bu komplo teorilerinin bir çoğu vatandaşları belli yönlerde radikalize etme ve toplum sağlığını gözeten (aşı gibi) meselelerde anlamsız muhalefet yaratma görevi görüyordu. Bunların önünün kesilmesi toplum adına iyi bir şeydi değil mi?

Pek sayılmaz.

ABD anayasasının birinci maddesini bilir misiniz? Şu meşhur “First amendment” yani. Düşünce özgürlüğünü içeren bu yasanın bir önemli noktası var; dezenformasyonu da kapsaması. ABD’nin kurucu önderlerine göre bugünün dezenformasyonu yarının gerçeği olabilirdi. Yani toplumsal baskı ile “yalan” sayılan bir haberin yarın aslında gerçek olduğu anlaşılabilirdi. Bu bilginin sansüre uğraması gerçeğin ortaya çıkmasını geciktirebilirdi. Bu yasa tabii ki iftira ve hakaret içeren paylaşımları kapsamaz ancak düşünce özgürlüğü hakkında bize bir fikir verebilir.

İşte bu yasanın genel hali Trump hala başkanken ve yalan haberden şikayet ediyorken liberal medya tarafından çokça kullanıldı. Ancak özellikle 6 Ocak kongre baskını sonrası sansür “yalan haberle mücadele” adı altında normalleştirildi.

İşin komiği zamanında “yanlış bilgi” olarak işaretlenen ve silinen birçok haber veya paylaşımın sonradan doğru olduğu anlaşılmıştı. Mesela oğul Biden Hunter’ın Ukrayna ilişkilerini açığa çıkaran laptop zamanında “ona ait değil” denmesi ve hakkındaki tüm haberlerin internetten temizlenmesine rağmen kendisine ait olduğu anlaşılmıştı.

Tüm ABD medyasına göre Rusya Afganistan’daki ABD askerleri üzerine ödül koyuyordu ve Trump buna sessizdi. Covid-19 ilk çıktığında DSÖ “insandan insana bulaşmıyor” diye tweet atıyordu. Aksi anlaşıldıktan sonra ABD’nin pandemiyi yöneten doktoru Fauci “maskeye gerek yok” açıklamasını yapmıştı. Aşılar çıkmaya yakın, DSÖ “aşı olan eski hayatına dönecek” demişti. Aşılar piyasaya geldikten sonra “%60 aşılanma oranıyla sürü bağışıklığı sağlanacak” diye buyrulmuştu.

Fakat zaman bize bunların doğru olmadığını gösterdi. Tabii o dönemde aksini söylediğinizde “dezenformasyon” gerekçesiyle paylaşımlarınız silinecekti.

Yani tüm dünya insanlarının kullandığı sosyal medyada paylaşılabilecek “doğru bilgi” ABD devleti tarafından onaylı olmak zorundaydı.

İşte bu eski Facebook çalışanının “sızdırdığı” bilgilerde aynı işlevi görüyor. Artık sosyal medya kuruluşları sansür uygularken çok daha rahatlar. Google Youtube’da paylaşılan videolarda “yasaklı iddia” içerenleri engelleyeceğini söylüyor.

Peki neden tüm bunlar yapılıyor?

Çünkü ABD özgür internete izin verdikçe oluşan boşluğun küresel rakipleri tarafından doldurulduğunu gördü. Bu sansürlere ne kadar karşı olsam da Trump’ın seçildiği süreçte internette yapılan ABD seçmenine karşı dış kaynaklı manipülasyon çalışmalarını görmezden gelemeyiz.

ABD toplumu zaten bir kırılmaya gidiyordu ancak bu dönemde atılan nefret tohumlarının bugün batılıların yaşadığı kutuplaşmanın sebeplerinden biri olduğunu söylemek gerekir.

İşin özeti tartışma güvenlik ve özgürlük ikilemine sıkışıp kalıyor. ABD devleti ilk kez güvenliği bahane ederek özgürlükleri kısıtlamadı ancak bu sefer yaptığı ince mühendislikle toplumun kendini “özgürlükçü” olarak tanıtan kesimlerini bu sansüre ikna etmeyi başardı. Bu sayede ekonomik çıkarları gereği bile olsa tam boyun eğmemiş hiçbir şirketin kurtuluş yolu yok.

Evet, Facebook tam anlamıyla berbat bir şirket. Kişisel bilgilerinizi satmaktan sizi politik manada manipüle etmeye kadar birçok şeyle suçlandı. Ancak Facebook’u suçlayacağım onca şey arasında “yeterince sansür yapmaması” bunlardan biri olmazdı. Umarım toplumların gözünde sansüre olan bakış açısı zamanla değişir. Haftaya başka bir yazıda görüşmek dileğiyle, iyi hafta sonları efendim.

Etiketler
Facebook