Bu yatırım pozisyonu açığıyla belimiz zor doğrulacak

T.C. Merkez Bankası açıkladı: Uluslararası Yatırım Pozisyonu (UYP) açığımız 2018 Ocak ayı itibariyle 481 milyar dolar…
Terim biraz yabancı gelebilir, “Nedir bu çok açık olan pozisyon” diyebilirsiniz diye, söze tam Türkçesi ile başlayalım:
“Türkiye’nin yurt dışında neyi var neyi yok bütün varlığı 232,8 Milyar dolar iken, yabancıların bizim memlekette neyi var neyi yoksa hepsinin toplamı 2018 yılı başında 718,8 Milyar dolar.”
Yani bu gün “Eyyy yabancılar…Al malını, ver malımı” diyecek olsak, bu hesaplaşmadan çıkacak açığımız tam 481 milyar dolar.
Geçim derdinde, günlük uğraşında olan yurttaşımız için kolayca anlaşılmaz olan “Uluslararası Yatırım Pozisyonu Açığı”nın en doğru anlatımı bu.
Açığın büyüklüğünün yanı sıra giderek bir “karadelik” halini aldığının işareti de şu:
Uluslararası Yatırım Pozisyonumuz, mevcut iktidarın iş başına geldiği 2002 yılında sadece 80 milyar dolar iken bu açık aradan geçen 16 yıllık “kalkınma” döneminde ve son iktidar elinde tam 400 milyar dolar daha artarak bu gün 481 milyar dolara ulaşmış.
“Ben o rakamlardan pek anlamam” diyenler için bir iki kıyaslama yapalım mı?
-Bu açık, çok pahalı, 3 milyar dolara mal oldu dediğimiz Üçüncü Boğaz köprüsünden tam 133 tanesinin maliyetini karşılıyor.
-Hani çılgın proje, 20 milyar dolardan aşağı çıkmaz dediğimiz Marmara’dan Karadenize açılması tasarlanan ikinci İstanbul boğazı projesi var ya; ondan tam 20 tanesinin yapımına bedel
-481 milyar dolar açığı bölün 80 milyon yurttaşa; bebesinden yaşlısına, hanedeki her kişiye 6 bin dolar düşer. 5 kişilik ailede 30 bin dolar ya da 118 bin TL.
-Haydi daha yakından bir örnekle kıyaslayalım:
Şimdi satılması için ihale açılan ve elden çıkarıldığında binlerce fabrika işçisi ile yüz binlerce pancar üreticisini, bir o kadar hayvan besleyeni çaresiz bırakacak olan Erzincan, Erzurum, Kastamonu, Alpullu, Elbistan ve Muş fabrikaları için 3 milyon TL, Bor, Kırşehir, Yozgat ve Burdur fabrikaları için 4 milyon TL, Çorum, Ilgın, Turhal ve Afyon fabrikaları için 5 milyon TL bedel belirlenmiş.
Hepsini toplayıp bu günkü kurdan dolara çevirin, tamamı topu topu 13,7 milyon dolar eder ki bizim açığı kapatmak istesek bu 14 fabrikalık paketi tam 35.109 (Evet otuzbeşbin yüzdokuz) kere satmamız gerekiyor…
Ya da şöyle düşünelim; bu açıkla rakamıyla ortalama 978 bin dolara satılacak o fabrikalardan tam 405.976 tane daha şeker fabrikası alınabilir.
Rakamlar ne kadar baş döndürücü değil mi?.
Kafası karışan hesabı bir kere de kendisi yapabilir.
481 milyar dolar, bizim yurt dışındaki varlığımız ile yabancıların bizim memleketteki varlıkları arasındaki fark tabii. Siz eğer “Bizim yabancılardaki yatırımlarımız bir kenarda dursun, yabancıların bizdeki varlığı kaç para derseniz o 718,8 Milyar lira.
Yani milli geliri yıllık 800 milyar dolar dolayında denen ülke ekonomimiz içindeki 718,8 Milyar dolarlık yabancı sermaye.
Bu paraları bir de bizim yerli paramız TL’ye vurursanız aman aman… Ben söylemeyeyim, hesabı siz yapın daha sonra.
*
Eeee ne olacak böyle olunca, bak memlekette ne ararsan var denecektir.
Doğrudur; memlekette ne ararsan var… Müşteri peşinde koşan bankalardan, cep telefonu-internet şirketlerine, içki ve sigaradan otoyollara, tünellere, metroya, AVM’lere kadar ne lazımsa.
Hatta sattığımız fabrikalar, bacaları, onların arazileri, vapur iskeleleri de yerli yerinde duruyor ama bir şey yok: O da “bunların patronluğu” yani sahipliliği.
-Şu kimin?
"Arabın"
-Şu?
"Yunanın"
-Şu?
"Almanın, Hollandalının.,."
-Bunlar?
"Onları tam bilemiyoruz ki, alıyorlar, satıyorlar...herkes birbirine devrediyor hissesini. Bazen İsrailli, bazen Hintli ve bu ara bir de Çinli patron lafı dolaşıyor ortada.
Bu biraz da neye benziyor biliyor musunuz?
Hani üç beş büyük kulübümüz var ya uğruna canımız feda dediğimiz; Yenildiğinde mateme boğulduğumuz...
Hani kadrolarındaki yabancı futbolcuları, teknik adamlarının yüzde doksanının yabancı olduğu.
Çoğu zaman sahadaki 11 kişisinden sadece bir-iki kişisinin bizden olduğu…
O kulüplerdeki yabancılar bir gün çekip gitseler; vallahi bizim çocuklardan maça çıkaracak takım kurulamaz, onu da biliyorsunuz değil mi?
İşte ekonomideki durum da aynen öyle.
Çıkarın yabancı sermayeyi milli ekonomimizden, görün vaziyeti…
Ekonomideki yabancılar da aynen yabancı futbolcular gibi…
Sözüm ona Türkiye ekonomi sahasında oynuyorlar… Üretimleri Türkiye'nin üretimi, ihracatları Türkiye'nin ihracatı.
Ama bu gün çekip gitseler aynen futbol işindeki gibi durum: Ortada ekonomiden de pek pek bir şey kalmaz.
Yine denecektir ki, parayı kapan yabancı futbolcunun bu sezon bizim formayı giydiği gibi “Ama adamlar Türkiye için üretim yapıyorlar, Türkiye ekonomisine hizmet ediyorlar ya… Hatta adamın firmasının adında bile “Türk” yazıyor ya…”
Gelin bir empati yapın...
Yani kendinizi onların yerine koyup karşıdan Türkiye’ye bakın, ya da farz edin ki biz falan ülkenin ekonomisine şu kadar borç para vermiş, şu kadar yatırım yapmışız… Adamlar da seslerini bile çıkaramıyorlar:
Kendimize mi çalışırız yoksa o ülkeye mi?
Onları mı kalkındırırız yoksa onların üzerinden kendimizi mi?
*
Bir ülkede “yatırım Pozisyonu Açığı” hiç olmaz mı?
Olur, olur ama bu açık bu boyutlarda olur ve giderek bu hızla yükselirse, hadi bir benzetme daha yapalım:
Buralar Paris bile olur ama patronlarınız Fransız olacaktır...
Türkiye, Uluslararası Yatırım Açığının bu düzeyinde, maalesef ekonomisine sahip olan yabancıların işgali altına girmektedir.
Hal böyle olunca, hele de bu açığın büyük kısmı bankalarda, borsada, devlet iç borçlanma senetleri gibi “oynak” yerlerindeyse; Telekom gibi, Limanlar gibi, ulaştırma gibi stratejik sektörlerindeyse; söyleyin bakalım hangi “milli” kararları alabilir, ekonomide ve dolayısıyla dış politikada ne kadar milliyetçi olabilirsiniz?
İşletmecilikle, esnaflıkla biraz yakınlığı olanlar bile kabul edeceklerdir ki, yabancıların ekonominin tamamını ellerine geçirmeleri bile gerekmez aslında bu işleri “yönetmek”, kendi istedikleri yöne çevirebilmek için.
Nasıl ki bir şirketin yüzde 51’ini elde tutmak işin tamamını yönetmeye yetiyorsa, Türkiye ekonomisinin şu ya da bu tarafa sürüklenmesi için de belki bu düzeylerdeki bir “açık” yani “yabancı egemenliği” bile tamamına sahip olmak kadar etkili olabilecektir.
*
Ekonominin bu derece pozisyon açığı içinde olması, en az bu oranda ama yüzde 51 oranı örneğinde olduğu gibi çoğu zaman bütününde “son sözü” yabancıların söylemesini sağlar.
Ekonomide bunu söyleten yabancılar, tabii ki siyasette de “son sözü” ya kendisi söyleyecek ya da kendilerine çok da yabancı kalmayan birilerine söyletecektir.
Çünkü her gelen yabancı yatırım, kendi durumunu güçlendirmek, hukukileştirmek ve uzun vadeli çıkarlarını koruyabilmek için mutlaka siyaseti de yönlendirmek zorundadır.
Durum aynen budur.
Ve bu siyaseti yürütenin, siyaseti artık buna bağlı olanların, bu durumda yapacakları, onlardan beklenebilecek pek fazla bir şey de yoktur.
Laflarımız onlara değil elbette;
Bu laflar, “Biz bu düzeni değiştireceğiz” diyen, zaman zaman "sade suya tirit" çözümler(!) üreten kimi siyasetçilerin dikkatine sunulur.
"Yok canım, o kadar da değil" derlerse sorun o zaman;
Peki bu gidişatı, bu vahim tabloyu hangi projelerle nasıl değiştireceksiniz?
Bir anlatıverin de içimiz rahat etsin.