Kadir Mısıroğlu İddiaları ve ÇANAKKALE SAVAŞI'NDA MUSTAFA KEMAL (Yazı Dizisi-2)

(Cumartesi Sohbetleri, 25 Nisan 2015 (C133) https://www.youtube.com/watch?v=NnwXkR2cs10&t=1940s ) Çanakkale’de Mustafa Kemal Paşa’yı ve oradaki başarısını...

(Cumartesi Sohbetleri, 25 Nisan 2015 (C133) https://www.youtube.com/watch?v=NnwXkR2cs10&t=1940s )

Çanakkale’de Mustafa Kemal Paşa’yı ve oradaki başarısını sorgulayan ve “Soru, Mısıroğlu’nun verdiği cevap ve bizim cevabımız” şeklinde sıra takip edecek olan yazımızı 2’inci bölümüyle bugün de sürdürüyoruz …

“Yanlış soru, yanlış cevap getirir!” atasözünü iyi bilmemize rağmen bunlara bir de kendi açımızdan askerlik sanatı ve harp tarihi, tabiye uzmanlık gözüyle cevap vermek mecburiyeti hissettik. Kaldığımız önceki yerden itibaren, dört bölümlük yazı dizimizin İkinci Bölümüne tekrar burada devam edelim…

Kadir Mısıroğlu (Direkt yorum yapıyor): İlk başta yapılan Çanakkale Boğazını denizden geçme konusunda kurnazca “Düşmanın durumu daha tehlikelidir! Çünkü onlar daracık bir sudan geçiyor...” diyor. Anlaşılıyor ki Mısıroğlu, 18 Mart’ta kazanılan o deniz zaferinin başarısını da bir anda hafifletiyor. Sanki “O dar boğaz da o zırhlı gemiler zaten kolay batırılırdı!” demeye getiriyor.

Cevabımız: Öncelikle videoda yapılan ilk yanlış, 18 Mart 1915 Deniz Harekâtı ile 25 Nisan Kara Çıkarma Harekâtını anlatırken aynı paragrafta kullanarak, ikisini sanki birbirine karıştırıyor gibi. Oysa niteliği de bambaşka olan bu iki harekatın arasında, yaklaşık 5 hafta zaman var…

Şimdi videoya dönüp hemen vurgulamak gerekir: 18 Mart 1915 aslında dünya tarihine emsal olacak çok nadir karşılaşılan bir topçu zaferidir. Topçuluk ise tümüyle bir matematik işidir. Bunu da ancak kaliteli Topçu subayları yaparlar. Bereket ki bu ulusun uzun yıllardır kaleleri olmuş “Kuleli ve Harbiye, Topçu Okulu” bunlardan çok yetiştirdi…

Belli bir kesimce, gerçek Çanakkale Savaşı kahramanı olarak tarih anlatılırken Çanakkale’de hep öne çıkarılan (ki çok haklı ve yerinde bir şahsiyettir) sadece Seyit Onbaşı vardır. Ama oradaki bütün devasa toplar, yüzlercesi tesadüfen, kuru sıkı atarak, üfürükle, kendiliğinden Bouvet’ye, Quin Elizabeth’e, Irresistable’a, Inflexible’a nişan almamıştır. Oradaki barut hakları, yan ve yükseliş açıları, barut hakları hesapları, düzeltmeler, hesapla kitapla, geometriyle, matematikle “YÜZ KARASI” dediği o Kuleli, Harbiye ve Topçu Okulu mezunu fedakâr topçu SUBAYLARI tarafından, onların keskin komutlarıyla hem akılla hem de “Besmeleyle” o ölüm kusan İngiliz Fransız zırhlılarına yönlendirilmiştir. Bunları nereden mi biliyoruz? Hayır sadece harp tarihi uzmanlığımızdan değil, rahmetli Anneannemiz hayattayken öz ağabeyi, Çanakkale 5/6 Haziran 1915 günü 11’inci Tümenin Zığındere şehidi Topçu subayı Saffet büyük dayımızla ilgili aktardıklarından dolayı biliyoruz. Topçu subaylarımız için, kendi yaşamımızda gördüklerimiz de cabası. Merhum Mısıroğlu’nun ailesinden orada bir şehidi olsa acaba böyle konuşur muydu?

Eğer o gün o zırhlılar girseydi Boğazdan Marmara denizine, sadece 5-6 saat sonra payitahtın Topkapı veya Dolmabahçe saraylarının karşısında toplarının namlularını saraya yöneltmiş olarak, İstanbul Boğazını da Sultan Reşat’ı da Boğaz’a yığacakları o yenilmez denilen koskoca armadanın zırhlılarıyla aynı gün teslim almış olacaklardı. Daha sonra, bunu İstanbul’un işgalinde ne yazık ki aynen yapmadılar mı zaten?

18 Mart 1915 de an meselesiydi kıyı savunmamızın çökmesi. Topçularımızın cephanesi de neredeyse bitmişti; verdirdikleri hasara rağmen büyük ve yenilemez denilen o armada, boğazdan büyük bir gafletle ilerlemeye devam etme kararı almıştı … Ama bu kez de Nusret Mayın gemisinin ve denizcilerimizin, bir gün önceki geceden yararlanıp gizlice oraya yaklaşarak kıyıya paralel olarak çok zekice dökmüş olduğu o sürpriz mayınlarla karşılaştılar. Üç büyük zırhlı bir anda vurulup, mayınlara çarpıp ters dönüp batıverdi. Armada ve şaşalı amiralleri şok yaşıyordu… Eğer bunlar olmasaydı Çanakkale Boğazı düşmüş olacaktı. Bu zırhlı gemilerle de birkaç saat içinde İstanbul’a ulaşmış olacaklardı…

Yani, 18 Mart zaferi, videoda anlatılan “onlar daracık bir sudan geçerlerken…” gibi o kadar kolay olmadı; düşman zırhlılarıyla, topçu mevzilenmesi yan ateşi ile ya da düşman zırhlısını bekleyip gerisinden baskın şeklinde topçu ateşi açmak gibi yaratıcı topçu taktiklerimizle başa çıkıldı. Yoksa o yenilmez denilen armadanın o çok dehşetli ateş cehenneminde 4’ü subay olmak üzere 44 şehit, yüzlerce yaralı verdik… Mehmet Akif’in hafızalarda yer etmiş o insanı sarsan şiirinde “…Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak-Boşanır sırtlara, vadilere, sağanak sağanak-Saçıyor zırha bürünmüş de o namert eller…” diye anlattığı durum işte o gün de oluşmuştu. Bunun sonucu olarak da neredeyse “bütün kıyı bataryalarımız”, düşmanın bu yoğun donanma topçusu ateşlerinden aynı gün isabet almıştı. İşin sonu geliyor diye düşünenler bile vardı bir ara; zafer son anda kazanıldı. Büyük çaplı yüzlerce top namlusuyla, Gelibolu’daki tepeleri bir anda toz duman ve alev cehennemine çeviren, toplamda 18 adet o devrin en devasa zırhlılarından oluşan, dünyanın en büyük armadasını aslında o cehennemi gün Çanakkale Boğazı’ndan çok zor def edebildi Mehmetçik. Üçü batan “6 zırhlısı muharebe dışı kalan” İngiliz ve Fransız donanması ve kumandanları olan Amiral De Robeek ise, donanmalarının 1/3’ünün böyle bir anda ellerinden çıkması üzerine, yedikleri o çok büyük tokatla muharebe sahasını terk ederek İmroz adasına kadar zar zor çekilebilmişti…

Merhuma yaşasaydı da keşke sorabilseydik; “Bu mudur kolay başarı?”

Kadir Mısıroğlu (Direkt yorum yapıyor): “Kıbrıs Harekâtı, bana göre Çanakkale’den büyüktür (Daha büyük başarıdır). Çünkü orada tam tersine bu kez biz açık sudan geliyoruz (Çıkarmayı biz yapıyoruz). Onlar yani Yunanlılar siperde savunmada… Hemşerim Mahmut Boğuşlu Paşa, Kıbrıs’a mankenler attılar havadan, Rumlar da bunlara ateş açıp yerlerini belli ettiler…”

Cevabımız: Her şeyden önce böyle kolaycı kıyaslamalar yapmak şehitlerin kemiklerini sızlatır bizce. Zira uzman gözüyle bu, elmayla armudu karşılaştırmak gibi tuhaf ve çok yanlış olur. Yani bu iki farklı döneme ait harbin nedenleri, çapları, meydana geldikleri koşul,mekan ve zaman süreçleri, katılan birliklerin nicelik ve nitelikleri, sonuçları, muharebe alanlarındaki çatışmaların şiddeti, katılan ülkeler, uygulanan askeri stratejik- operatif- taktik ve teknikler birbirinden çok farklıdır.

Merhum videosunda belli ki, 1974’lerdeki yeni dönem harplerini hala eskilerin Kale müdafaalarındaki gibi kale burçlarının arkasında savunma yapmak gibi bir şey sanıyor… Yani 1915 Çanakkale’den vaz geçtik 1974’deki Kıbrıs harekâtında bile, siperlerde duran tarafın daha fazla emniyette olduğunu sanıyor. “Muharebede sipere yapışıp duran taraf kaybeder, manevra yapan ve harp prensiplerini en iyi uygulayan taraf kazanır…” Hatta biraz tersten bakarsak, bu mantığa göre Çanakkale çıkarması sırasında İngilizler de aldatma yapmak için, mesela havadan tayyareleriyle farklı tepelere oyuncak mankenler atmalıydılar (!)…

Bu zat videosunda bilmiyor ki askerlik sanatı gereği, “Karaya yapılan çıkarma harekatlarında mesela 1854 Kırım Harbi, 1915 Çanakkale, 1943-45 Anzio, Sicilya, Okinawa Normandiya, 1950’lerdeki Kore-İnchon ve benzeri bütün çıkarmalarda çıkılacak olan asıl plajın yerine yönelik aldatma yapılması, hileler düzenlenmesi son derece hayatidir. Böylece karşı tarafın topçu ateşlerini yanlış arazilere yönlendirirsiniz, ihtiyatlarını erken-geç ya da yanlış yerde kullanmasını sağlarsınız ya da hareketsiz bırakırsınız. Harp tarihi bunun örnekleriyle doludur. Kurmay subaylar bunun için yetiştirilirler, öyle “manken atalım!” vs. ile bu işler o kadar kolay olmaz… Çanakkale’de de özellikle Saros körfezi, Suvla plajları, Kaba Tepe, Kereviz deresi, Zığın dere, Seddülbahir’in x, y, z plajları arasında İngiliz, Fransız ve ANZAK askerlerinin hangisine, ne zaman çıkacağı” hususunda Türk karargâh subayları arasında kuşkusuz önemli ve hararetli tartışmalar yaşanmıştır. Mısıroğlu’nun Çanakkale’yi Kıbrıs çıkarması ile büyüklük anlamında da tıpa tıp karşılaştırma örneği, bir harp tarihi uzmanı gözüyle hatalıdır; fikir ve ifade özgürlüğü kapsamının dışında, hele konuyu bilen insanlarımız için zaten pek bir değeri de yoktur…

Bir milyondan fazla askerin gelip geçtiği, 1915 yılında bir ülkenin bütün milli kaynaklarını kullanarak on beşlik gençlerini bile gözden çıkartmak zorunda kaldığı ve kendisine çizilmek istenen emperyalist bir kaderin boyunduruğuna, hatta şairimizce ‘yedi düvele direndiği’ ve de ‘Bir devrin battığı’ bile söylenir olmuş o koca Çanakkale Savaşının önemini, şanlı zafer Kıbrıs Barış Harekâtının lehine kıyaslamak ayrıca bizce oldukça hissidir. Zaten siyasi, toplumsal, askeri, ekonomik vs. sonuçları itibarıyla da şu harp/ muharebe daha büyük şu harp daha küçük demek de genelde anlamsızdır zira bu, nereden baktığınıza göre değişebilir…

Kadir Mısıroğlu (Direkt yorum yapıyor): “Hem 253 bin şehit veriyorsun, 150 bin de numune hastanesinde ölen yaralılar toplam 400 bin şehitle kazanılan bir harbin kumandanlar için, şeref olacak bir tarafı yoktur. Asla! Bu pek yüz ağartıcı bir şey değildir! Bunun hakkında insanlar ezbere konuşuyorlar. Mehmetçik öl denilince ölmüştür...”

Cevabımız: Resmî belgelere göre harp meydanında Çanakkale cephesinde 56.127 şehit var. Yaralanarak hastanede ölenler 7.756 ve hastalıktan hastanede hayatlarını kaybedenler yine 56 bin küsur olmak üzere, şehit sayısı toplamda 108.290’dır. Aynı belgede süreç içinde yaralı ve hastanede yatan hastaların toplamı da 698.2832 askerdir[1].

Peki Mısıroğlu bu videosunda, “Çanakkale muharebelerinde 400 bin şehit verdik” bilgisini nereden veya hangi kaynaktan almıştır? Böyle ulusça çok hassas olan bir konuda, üstelik yaklaşık DÖRT KAT daha fazla, bol keseden konuşmak hoş mudur?

Yaşasaydı bugün ona demek isterdik ki; “Çanakkale’de bu kadar çok şehit verdik; peki o çok sevdiğiniz Osmanlı Sultanı Reşat ve oğlu sadece iki yıl sonra, Sevr ile aynı düşmana teslim olup, kanla destan yazılan şehitler diyarı, geçit verilmeyen Çanakkale Boğazı’nı ve payitahtı İngiliz ve Fransız vb. askerlerine ve zırhlılarına aniden neden açmış? Madem ki Padişah eninde sonunda açacaktı o halde o dönem neden bu kadar şehit toprak oldu? Sonrasında İstanbul işgaldeyken kemikleri sızlamadı mı onca Çanakkale şehidinin? Ya orada kolu bacağı kopan, gözlerini kaybetmiş, her tarafı yanık ve delik deşik olmuş, sağır dilsiz olmuş o yüzbinleri bulan yaralanan ama artık toprak olmuş o memleket evlatlarının şikayetçi ruhlarına ne diyeceksiniz? Eğer Atatürk ve eseri Kurtuluş Savaşı zaferi olmasaydı, o ebediyen elleri öpülesi Çanakkale şehidi anaların kınalı kuzularının hala kemikleri sızlıyor olmaz mıydı?”

Çanakkale savaşına Kurtuluş Savaşının kilididir diyenler haklıdırlar. İşte merhum eğer ki bunları deseydi ve Osmanlının son idarecilerinden, saltanattan bugün aynı yürekle neden Mondros’u ve işgal edilmeyi kabul ettiniz diyerek hesap sorsaydı, o zaman merhumun dediğini biraz olsun anlamaya çalışırdık. “Toplam 400 bin şehitle kazanılan bir harbin kumandanlar için, şeref olacak bir tarafı yoktur. Asla!” diyecek kadar öfkesinin (çok muhtemelen Atatürk’e) aklının önüne geçtiği de görülüyor videosunda. Çanakkale zaferini de adeta meşhur Pirus zaferine benzetme suni çabası, harp tarihi ilmi yoksunluğu hariç en hafif tabiriyle kadirbilmezlik değil midir? Pirus’da hatırlayalım, Roma’ya karşı Yunan zaferi olmuş ama, asker ordu kalmamıştır. Oysa Çanakkale zaferinin yetiştirdiği o kadrolar daha sonra Cumhuriyet ordusunun Kurtuluş Savaşına liderlik edecek ana kadroları oluşturacaklardır. Mustafa Kemal, İnönü, Fevzi Çakmak, Kazım Karabekir, Selahaddin Adil, Fahrettin Altay, Refet Bele, Rauf Orbay, İzzettin Çalışlar, Kazım İnanç, Ali İhsan Sabis, Reşat Çiğiltepe bunlardan sadece bir kaçıdır. Yetmez mi?

Yani buna göre o tarihte canları pahasına oraları savunanlar mı şerefli, yoksa çaresizim deyip orada olanları unutup, Boğazları itilaf devletlerine bir çırpıda teslim eden Mustafa Kemal Atatürk’ün milletiyle beraber yıktığı Saltanat mı? Kadir Mısıroğlu videosunda mesnetsiz olarak “adeta o tarihle ilgili erle kumandanının arasına girmiş ve hele de kumandanları için bu sonuç bir şeref değildir!” diyerek kuşkusuz milli literatüre de iyi geçmemiştir. İyi anılmayacaktır. Keşke bunlar söylenmemiş olsaydı…

Kadir Mısıroğlu (Kendi kendine sorup, yorum yapıyor): “Mustafa Kemal Bulgaristan da sürgündeydi, ateşe militerdi. Bütün arkadaşları savaşa katıldıkları için mümtazen terfi ediyor, Kendini Maydos’ta bir ihtiyat kuvvetine harbiye nezaretindeki tanıdıklarına rica minnet yaza-ede kendisini tayin ettirerek bir komutanlık elde etmiştir. Kendisine bir takviye hareketi emredilmiş ve başarısız olmuştur. Kaynak vermek istersem başka bir şey anlatamayız bugün. Ama kaynak söyleyeceğim size! “Mustafa Kemal’in rolü için de ezbere konuşuyorlar; Anafartalar zaferini kazanmışmış (!). Bila tetkik, Vella tahkik…”

Cevabımız: Bulgaristan o tarihlerde Osmanlı İmparatorluğu ve Almanya için en önemli ülkelerden birisidir. Özellikle de Almanya ile Osmanlı İmparatorluğu arasındaki her türlü destek ve yardımların yapılacağı yolların köprüsü durumundadır. Bu görevde de Mustafa Kemal bir bakıma en kritik yerdedir ve İmparatorluğu ve Sultan Reşat’ı temsil eden oradaki Büyükelçimizin en önemli yardımcısıdır. “Ataşelik görevi sürgün yeridir” diyen, hele bunu o zamanın en kilit ülkesi olan Bulgaristan ataşeliği için söyleyen birisinin yorumu, hele uzman gözüyle sadece bu nedenle bile ciddiye alınamaz.

Kaldı ki o zamanki her asker gibi Başkumandan Enver Paşa’dan doğal olarak biraz çekindiği de anlaşılan Mustafa Kemal artık bir ölüm kalım savaşı haline dönüşen büyük harpte (Birinci Dünya Savaşı), olanlara Sofya’dan seyirci kalmamak için şiddetli bir ısrarla başkumandanlıktan faal görev isteme cesaretinde bulunmuştur.

Mustafa Kemal Atatürk’ün bizzat kendisinin söylemediği yazmadığı konularda, ya da onu iyi tanıyan birinci ağızdan anlatılan hatıralar-kitaplar hariç Çanakkale’de kanla yazılan harp tarihini, günümüzde sadece Mısıroğlu’nun videolarından izlemek ve öğrenmeye çalışmak yetersiz olur kanaatindeyiz. Zira kendisi dahil yeni türeyen bazı Çanakkale Savaşı videolarında sanki orada olanları ‘Bin bir gece masallarıymış’ gibi, bilgisi yeterli olmayan saf topluluklara, ima dolu üsluplarla yalan yanlış, belgesiz, hurafelerle anlatanlar “Tık” sayılarını arttırmaya sürekli devam ediyorlar. Böylece toplumun belli bir kesimi bunlarla beslenip bilerek-bilmeyerek uyuşturulmaya devam ediyor.

Oysa o zaman Çanakkale’de olup bitenler savaş ve çatışmadan yani cesaret, korkaklık, inanç, azim ve bunun çok doğal sonucu olarak da aslında “kan ve acıdan” ibarettir. Yüzbinlerce insanın evinin-ocağının sönmesi, anasız babasız kardeşsiz, dul ve yetim kalmasıdır. Orada bu olmuştur. Mesela şairimizin o “…bitmez bu hayasızca akın!” dediği, İngiliz-Fransız-ANZAK siyasilerinin bitmez tükenmez ihtiraslarını, aralarındaki hırs dolu siyasi ikbal mücadelelerini, insan kanı üzerinden yaptıkları emperyalist hesapların bedelini, her iki taraftan da masum köy- banliyö çocukları ödemiştir. Biz Çanakkale 1915 “centilmen harbidir” masallarına da bu nedenle “inanmayın siz” diyoruz … Çanakkale muharebe meydanlarını anlatırken İngiltere’nin ve Fransa’nın pis siyasi oyunlarından, emperyalist işgalinden bahsetmeden orada olanları yüzeysel düzeyde anlatıp konuşanlardan sakının.

Onlar her şeyden önce, başka bir ülkenin topraklarına neden “Bu kadar hayasızca ve haksızca saldırmışlar!” bunun bir hesabını versinler bakalım. Biz bunu diyoruz. Mısıroğlu bunu yapmak yerine Mustafa Kemal Paşa’nın Anafartalar kahramanlığını sorgulamaya kalkıyor.

Mısıroğlu mesela “Ülkemizin gösterdiği misafirperverliğin Çanakkale Savaşı mekanları konusunda iyice abartılmaya başladığını” sorgulamıyor. Videosunda “Dedelerimizin hayatlarını verip, orada o zamanlar vermediği toprakları centilmenlik güzellemeleriyle abartıya kaçıp onlara şimdilerde verilenlerden öteye gitmek, gaflettir!” nedense diyemiyor. “O savaş alanlarında bu kadar verilen imkân, anıt yeri, UNESCO işleri vs. onlara yeter!” diyemiyor Mısıroğlu. O Conkbayırı’ndaki anıtın yeri de (bilenler bilir), asla onların ele geçirdikleri yer değildir, ulaştıkları yer daha geridedir. Bu hassas konu, onların açısından tartışmalı, bizim açımızdan tartışmasız bir konudur. Ama centilmenlik olsun diye bir zamanlar o yer, sadece anıt maksadıyla onlara tahsis edilmişti. Mısıroğlu askeri teknik-taktik konuları çok biliyor da peki neden videosunda bundan hiç bahsetmiyor?

Neredeyse bugün bazılarımız da “İyi ki o zamanlar Çanakkale’ye gelmişsiniz, yoksa aramızda bu mükemmel dostluk köprüleri olmazdı böyle!” bile diyecek bir neo-liberal uçarılıkta. Tamam “Kin gütmeyelim, olan olmuş vs.” ama artık bu kadar da abartmayalım… Adamlara kanla sulanmış toprakları adeta kaydı hayat kaydıyla verdik… UNESCO vs. derken o zamanki geliş amaçlarını unutup onlara ve insanlarına Çanakkale-1915’deki gibi düzenlenen benzeri haksız askeri seferlere günümüz için de meşruiyet kazandırılmış olmuyor mu? Hem böyle yapıp hem de bugün “Irak’ta ne işiniz var?” naraları atmak, sizce hiç çelişmiyor mu? Bir İngiliz, Fransız vs. askeri sefer yaptıkları topraklarda böyle centilmenlikle (!) karşılandıklarını bilince, benzeri yeni seferler yapmaları konusunda teşvik edilmiş olmuyorlar mı acaba? Peki Mısıroğlu videosunda bu kritik soruyu neden hiç soramıyor?

Bir sürü yerde, uzaklarda ecdadımız sahipsiz yatıyor. Bazı tarih bilen askeri ataşelerimiz, sorumluluk sahibi diplomatlarımız olmasa şu ana kadar zar zor elde edilenler de olmazdı. Gelibolu’ya her yıl gelen binlerce ANZAK, İngiliz ve Fransız gibi bizim neden farkındalığı olan insanımız dahi mesela gidip de Kırım savaşındaki, Dömeke’deki, Mekke’deki, Viyana’daki, Galiçya’daki vs. şehitlerimiz için oralarda anma törenleri düzenletmeye ön ayak olmuyor? Mısıroğlu neden bunları söz konusu videosunda gündeme getirmiyor da vurması ne yazık ki kolay olan, bir fani ama milli mücadele kahramanı Mustafa Kemal Paşa’ya vuruyor? “…Kendisine bir takviye hareketi emredilmiş ve başarısız olmuştur…” diye iddia ediyor ama sağlam bir kaynak gösteremiyor.

Oysa Atatürk’ü ve her türlü başardıklarını, hele muharebe alanlarındaki mücadelesini gönülden ve akılla anlayabilmek ancak; Genelkurmay harp tarihi günlük ceridelerinden ve de buradan yazılmış öz kaynaklarımızdan (1980 basımlı, Ankara Gnkur. Basımevi basımlı, ekleriyle neredeyse 1000 sayfayı bulan “Çanakkale Cephesi Harekatı” kitabından), ya da resmi devlet arşivlerinden (MSB), meclis tutanaklarından veya bizzat kendi yazdığı Nutuk, Zabitan ve Kumandan ile Hasbihal notları, yurt sathındaki Söylev ve Demeçleri, Medeni Bilgiler, Yurttaşlık Bilgileri, Cumali ordugahı, vs. gibi eserlerini okumakla mümkün olabilir. Yabancı kaynaklarda onun yönettiği muharebelerinden “çok kan döküldüğü” mesajını alabilirsiniz. Bu kuyruk acılı iddia evet, bir ölçüde doğrudur. Ama bunlar “İyi de Yarbay Mustafa Kemal Anafartalar’da çok kan dökmeyip oraları cesurca savunmasa mıydı? Yani tümenleriyle, size barış içinde hep birlikte teslim mi olsalardı?” sorusuna hiç cevap veremezler…

Ayrıca biz konunun tabiye-askeri liderlik uzmanı olarak ve de aklımızla sorgulayıp kıymetlendirdiğimizde, Yarbay Mustafa Kemal’in böylesine ateşten gömlek giyilecek bir cephe görevine ısrarla talip olmasını, bu zatın iddiasının aksine, hayranlıkla karşılıyoruz. Onun zaten büyüklüğü de buradadır. O milleti için her daim görev talep edendir. Terfi istemesi ise, (eğer Mısıroğlu’nun iddiası gerçek olsa bile) bizce asla ihtiras kaynaklı değildir kanısındayız; bunu o günlerin koşullarıyla değerlendirip Osmanlı İmparatorluğunun çok kötü gidişini hatta çöküşünü görüp çok daha büyük sorumluluklar almak istemesinden kaynaklandığını, değerlendiriyoruz. Zaten 5’inci Ordu Karargâhı Birinci Şube müdür vekili Kurmay Yüzbaşı Ali Remzi de (Em. General Remzi Yiğitgüden) Yarbay Mustafa Kemal’in telefonla Ordu kurmay başkanı Kazım Bey’i aradığını ve şu sözleri söylediğini teyit ediyor (a.g.e EK-15, sf.611): “Biliyorum, yoluma engeller tertipleniyor. Fakat ben yalnız Miralay-Albay değil, tasavvur edemeyeceğiniz derecede daha büyüğünüz olacağım. Buna göre gerekenleri ikaz etmeniz yararlı olur!” demiştir. Yarbay Mustafa Kemal’in bu müthiş azim ve kararlığını Mısıroğlu eğer anlayabilse bu soruyu sormazdı…

Evet, Yarbay Mustafa Kemal bu olayda orada muharebe alanlarında daha sorumlu mevkilerde olursa milletine daha fazla yararı dokunacağını iyi bilmekte ve üstelik ataşelikteki rahatı tercih etmemektedir. Onun gibi özgüveni tam, fedakâr bir kurmay subaydan da bu beklenirdi. Mısıroğlu asıl bunu görememiştir…

Onun bunu, sadece terfi etmek için yaptığını sanki onun beyninin içindeymiş gibi bir ön yargıyla açıklamaya çabalayan, askerlikten ve zabit ruhundan hakikaten anlamadığı bilinen söz konusu “harp tarihçi, akademisyen ve kurmay kültürlü (!)” Mısıroğlu’nun videosunda; Yarbay Mustafa Kemal’in direkt olarak Maydos’a değil, önce Tekirdağ’a gittiğinden ve bir ay süreyle birliğini eğitip ruh vererek, şanlı 19’uncu Tümenini muharebeye alın teri dökerek sabırla hazırladığından bile bihaber olduğu anlaşılıyor.

Bizce buna göre Kadir Mısıroğlu’nu rahatsız eden esas konu; Mustafa Kemal’in bu tür bir kıta görevine ısrar ederek Çanakkale cephesine atanması sonucu “muharebe meydanında başarılı bir asker olarak parlaması ve gelecek için çok önemli bir basamak şansı elde etmesi” olsa gerek. Çünkü bu yol, genç Türkiye Cumhuriyeti’ne ve devrimlerine giden yoldur…

Aynı şahıs bu videosunda, ortaya koyduğu iddiaları için doğru dürüst kaynak da verememektedir, demiştik. Oysa ballandırarak anlattığı, o sözde ‘Anafartalar zaferinin asıl gerekçesine’ de çok emince bahsettiği C.F. Aspinall Oglander’in orijinal iki ciltlik kitabında[2] bu terfi vs. iddiasına rastlanılamamıştır. Her şeyden önce kitabın en önemli özelliği, en başındaki şu özel notta yer almaktadır; ‘İngilizlerin Mustafa Kemal Paşa’ya Saygıyla Atfettiği İçten Cevaptır: Gelibolu Seferine ait resmi değeri olan kitabın bir kopyası, bir büyük komutana, asil bir rakibe ve kadirbilir cömert bir dosta; Türkiye Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ya İngiliz Hükümetinin içten bir cevabı olarak armağan edilmektedir…’ Kurnaz İngilizler zaten böyle resmen hediye ettikleri bir kitaba, hediye edilenin hiç aleyhinde bir şey yazarlar mıydı? Yani resmi niteliği bulunan ancak tamamıyla İngiliz askeri gözüyle “Mehmetçiğin kahraman direnişinden pek bahsetmeksizin, o feci mağlubiyeti çalı çırpıya ve sert araziye bağlayarak ön yargıyla” yazılan bu kapsamlı kitapta, (Mısıroğlu’nun iddiasının tam aksine) aşikâr bir şekilde, Mustafa Kemal Paşa’ya Anafartalar’ın büyük komutanı olarak saygı ve hayranlık duyulmaktadır. Kaldı ki iddiası tam doğru olsaydı bile bu, “öze” etki etmemektedir; zira onun oradaki varlığıyla, büyük katkı ve askeri dehasıyla sonuç itibarıyla “Çanakkale geçilememiştir!”

Bizce bu video iddiaları ve yanlış bilgiler, gerçekten de hayret verici bir durumdur. Hele ‘Nasılsa kimse bütün bu kitapları tek tek arayıp bulup burada söylediklerimin doğruluğuna bakamaz!’ sanmak ise, Atatürk neslini ve Türk subaylarını, Türk askerini, yaklaşık bir buçuk asırlık kurmaylık müessesini hafife almak ya da en azından hiç tanıyamamak demektir.

(Devam Edecek)

[1] Genkur. Başkanlığı, ATESE Başkanlığı arşivi, A 1-217, D 517, F 2-3.
[2] Brig.Gen. C.F. Aspinall-Oglander, Gallipolli “Official History of the Great War, Military Operations ”, Volume 1-2, Imperial War Museum, The Naval & Military Press Ltd., London , 1931.

Etiketler
Kadir Mısıroğlu Mısır Çanakkale