'İki ülke asla yakın olmayacak'

ABD- Türkiye krizine dair tartışmalar sürüyor.

'İki ülke asla yakın olmayacak'

Bir Beyaz Saray yetkilisinin The Washington Post’a anlattığına göre; Temmuz ayında, Türkiye'de hapsedilmiş bir Amerikalı papazın serbest bırakılması için yapılan anlaşma bozuldu, çünkü Türkiye anlaşmayı değiştirdi ve “fiyatı yükseltti”.

Birkaç hafta sonra Başkan Trump, “Türkiye ile ilişkilerimiz şu anda iyi değil!” diyerek Türkiye'den ithal edilen çelik ve alüminyumun gümrük vergisini iki katına çıkardığını tweetledi.

Conias Risk Intelligence analisti Magdalena Kirchner, Newsweek'e verdiği demeçte, bunun her iki tarafı da ittifak uğruna konsensüs arayışından alıkoyduğunu söylüyor.

Mart ayında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suriye'deki Amerikan güçlerini tehdit etmesinden sonra buna cevaben Foreign Policy için yazı kaleme alan eski Bush yönetimi yetkilileri James F. Jeffrey ve Michael Singh, “Türkiye’nin, Avrupa ile Ortadoğu ve Ortadoğu ile Rusya arasında tampon gibi duran bölgesel bir coğrafi ve ekonomik dev” olduğunu belirtiyor.

Atlantic Council’den Matthew Bryza ise, The Post için kaleme aldığı yazıda “Beyaz Saray'ın bir müttefik olarak Türkiye'den vazgeçmeye karar verdiğini” ileri sürüyor.

Steven Cook, Washington Post'ta aldığı son durum yazısında, "Amerikalı yetkililer, 1952'den beri NATO müttefiki olan Türkiye'yi yakın bir ortak olarak görmekte ısrar ettiler. Bu nedenle son zamanlardaki tartışmalar bu kadar şoke edici. Bu iki ülke çıkarları ve değerleri paylaşmıyor mu?" diye soruyor.

Cook, yazısını şöyle sürdürüyor:

Pek sayılmaz. Tüm bu mutlu konuşmayı ortadan kaldırdığınızda, iki ülkenin gerçekten yakın olmadığı ve asla olamayacakları anlaşılıyor. Bu antipatiye mahkum bir ilişki.

Elbette, ittifaklar asla mükemmel değildir, son 70 yıldır Türkiye'nin ABD'nin yakın bir ortağı olduğu imajını doğrulayan anlar oldu: Örneğin Özal, Körfez'e savaşı yaklaşırken Türk ekonomisine büyük bir maliyeti olmasına rağmen Türkiye’den geçen ve Irak petrolünü taşıyan boru hatlarını kapattı. 10 yıl sonra, Türk hükümeti 11 Eylül terör saldırılarını kınayan ve hızlıca Afganistan'da asker konuşlandıran ilk ülkeler arasındaydı. Türkiye, Afganistan’da NATO öncülüğündeki Uluslararası Güvenlik Destek Gücünün önemli ve değerli bir bileşeni oldu.

O zamana kadar, Amerikalı yetkililer Türkiye'yi, tıpkı Avrupa ve Doğu Asya'daki en yakın müttefikleri gibi bir ortak olarak görmeye alışmışlardı. Ülkenin bu role göre davranmaması, Türkiye'nin eksikliklerinden ziyade Türkiye’nin olmadığı bir şey olması hakkındaki kendi umutsuzluğumuzu daha da ortaya çıkardı.

Kongre’nin Ankara’yı silah ambargosu ile cezalandırmasına yol açan 1974’teki Türkiye’nin Kıbrıs harekâtı dışında, iki taraflı ilişkideki çatışmalar ve sorunlar, Moskova’nın her iki ülkeye karşı kapsayıcı bir tehdit oluşturmasından dolayı on yıllardır bir kenara itilebiliyordu. 1978'de, görevi devralmasından 1,5 yıl sonra Başkan Carter ve Kongre, NATO'yla bir anlaşmazlığın Batı'nın Doğu Akdeniz'deki konumunu tehlikeye atacağı korkusuyla ambargoyu kaldırdı: Türkiye, Sovyetler Birliği ile Avrupa'nın geri kalanı arasındaki fiziksel ve stratejik bir tampondu.

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana geçen onlarca yıl içinde, ABD ve Türkiye arasındaki sorunlar birikti, ancak Washington ve Ankara artık bu farklılıkları hafifleten bir tehdidi paylaşmıyorlar. Türkiye'nin desteklediği Körfezi Savaşı'ndan sonra, kendi ekonomisine zarar veren Irak'a yönelik yaptırımlar kızgınlığını arttırdı. Böylece, sınırından geçen Irak petrol ihracatını görmezlikten gelmeye başladı. Türkiye, Afganistan'daki misyona yardım sözü verdiğinde, askerleri çatışmaya girmedi. Türkler, daha sonraları prensip olarak Irak Savaşı'na karşı çıktılar, ki bu onların hakkıydı, ama aynı zamanda, Türkiye'nin mazlum Kürtlerini savunan ayrılıkçı bir hareketi barındırdığından dolayı ABD işgalini memnuniyetle karşılayan kuzey Irak'ın istikrarını sürekli olarak tehdit etti.

Ortadoğu'nun başka bir yerinde Türkiye, örgütün İsrail’le olan periyodik çatışmalarını diplomatik bir şekilde destekleyerek ve üyelerini İstanbul'da ağırlayarak Hamas'ın destekleyicisi oldu. Suriye'de; Ankara, Esad rejimine karşı savaşta Türk topraklarını geri bölge olarak kullanan radikallere olanak verdi. Ve Türk hükümeti Kudüs'ün kutsal mekanlarında huzursuzluk çıkarttı.

İran’a gelince: Türk hükümeti (Brezilya’yla birlikte) Tahran’la Washington’ın amaçlarıyla çatışan ayrı bir nükleer anlaşmaya vardı, İran’ın nükleer programı hakkında İstanbul’da bilgi toplayan İsrail’in istihbarat operasyonunu kasıtlı olarak ifşa etti ve Obama yönetiminin Tahran'a yeni yaptırımlar uygulama çabalarına karşı çıkarak İranlıların bu yaptırımlardan kaçınmasına yardım etti. Türkiye’nin kuzey Suriye’deki harekâtları, Washington’ın Suriyeli Kürt müttefiklerini, Türkler ve onların müttefikleriyle karşı karşıya gelmemesi için cepheden geri çekmesinden dolayı bir süreliğine İslam Devleti’yle mücadeleyi zorlaştırdı.

2016 yılında, Erdoğan Türkiye'nin AB üyeliği hakkında askıya alınan görüşmelerden dolayı on binlerce mültecinin Avrupa'ya gitmesine izin verme tehdidinde bulundu. İstanbul’daki bir konuşmasında “Sözünüzü tutmadınız” dedi. İçişleri bakanı tarafından birkaç ay sonra tekrarlanan aynı tehdit, Avrupa ve ABD’de benzer bir hareketin zaten siyaseti ve potansiyel olarak AB’nin istikrarını, ABD’nin temel stratejik çıkarlarını, tehdit eden popülist, milliyetçi ve ırkçı siyasi akımların güçlenmesine yardımcı olacağına dair korkuları körükledi. Küçük adalar konusunda uzun süredir devam eden anlaşmazlıklarda, Türk ordusu Yunan hava sahasının tekrar tekrar ve gereksizce ihlal ederek Yunanistan'ı sindirmeye çalıştı.

Moskova'dan kaynaklanan tehlike, artık önceliklerdeki bu önemli farklılıkları görmezlikten gelmeyi haklı çıkarmıyor. Aslında Türk hükümeti Rusya’dan, Amerikan F-35 uçakları hakkında Moskova'ya bilgi sağlayabilecek bir hava savunma sistemi alıyor. Türkiye’nin de uçurmayı planladığı F-35, ABD’nin cephaneliğindeki en yeni yüksek teknoloji ürünü savaş uçağı. Bu şartlar altında, Türkiye ile ortaklığın sona ermesinden yakınma saçma gibi görünüyor.

Dürüst olmak gerekirse, Türkiye’nin bakış açısından ABD bir müttefik değil. Şaşırtıcı sayıdaki Türk, Washington'un 2016’daki darbe girişiminin suç ortağı olduğunu düşünüyor. Bir Türk gazetesi tarafından 2016’da yapılan online bir ankette, neredeyse 10 Türk'ün 7'sinin CIA'yi suçladığı ortaya konuldu. Trump’ın tweet'iyle birlikte Erdoğan ve diğer yetkililerin beslediği açıkça yanlış olan bu fikir, Erdoğan’ın ABD’nin bir ekonomik darbe girişiminde bulunduğu yönündeki son suçlamasını Türk kamuoyuna daha makul hâle getirdi. Bu arada Washington’ın Suriyeli Kürt müttefikleri, 1980'lerin ortalarından beri Türkiye'ye karşı şiddet eylemleri düzenleyen Kürt terör örgütü PKK ile direkt irtibatlı. Dolayısıyla, Türkiye’deki Amerikan politikalarının onay oranlarının neden düşük olduğunu anlamak kolay.

Papazın serbest bırakılması anlaşmasının bozulmasının ardından ilişkilerin kötüleşme hızı, ortak amaçlara değil, hayal kırıklığına ve güvensizliğe dayanan bir ilişkiyi vurguluyor. Türkler nadiren Washington'la ilişkileri savunmakta. Belki de hiç. Amerika'nın onlara zarar vermek istediğini düşünüyorlar.

Başkan Obama, 2009’da TBMM’ye hitaben yaptığı konuşmada şunları söylemişti: “ABD ve Türkiye her konuda her zaman hemfikir değildi ve bu beklenen bir şeydi. Ancak, son 60 yıldır birçok zorluğa karşı birlikte durduk.” Umut verici bu açıklama bile, yakın ortaklar olan iki ülkenin standart özelliklerinden daha gerçeğe yakın. Mevcut gerilimlerle, kimin “Türkiye'yi kaybettiği” konusundaki tartışma bekleniyor ve daha gür bir sesle ittifakı koruma çağrısı yapılıyor. Ancak, başlamak için çok fazla olmadığında bir müttefiki kaybetmek gerçekten zordur.

Etiketler
Türkiye