Gazeteciler yargılanıyor: FETÖ’nün boşalttığı yere METÖ mü geldi, PETÖ mü geldi?

Libya’da şehit düşen MİT mensubunun cenaze törenine ilişkin haber yaptıkları için tutuklu bulunan gazetecilerin duruşmasında savunmalar alındı. Davada karar 19.00'da verilecek.

Gazeteciler yargılanıyor: FETÖ’nün boşalttığı yere METÖ mü geldi, PETÖ mü geldi?

Libya’da şehit düşen MİT mensubunun cenaze törenine ilişkin haber yaptıkları için yargılanan gazetecilerden Hülya Kılınç, duruşmada yaptığı asavunmada, "Şehidin cenazesinde çekilen fotoğraflar gizli çekilmemiştir. Ben yalnızca gazeteclik yapmak kamuouyunu bilgilendirmek amacıyla haberi hazırladım" diye konuştu.

Oda TV Yayın Yönetmeni Barış Pehlivan ise, "Yazmadığımız hatta ima dahi etmediğimiz bir şeyle suçlanıyoruz" dedi.

Yeniçağ yazarı Murat Ağırel da, "Dün yargıda örgütlenen FETÖ’den bahsediyorduk. Bugün adaletten, yargının bağımsızlığından, hukukun üstünlüğünden bahsetmemiz gerekirken, oturmuş FETÖ’nün boşalttığı yere METÖ mü geldi, PETÖ mü geldi diye tahminler yürütüyoruz" ifadelerini kullandı.

Libya’da şehit düşen MİT mensubunun cenaze törenine ilişkin haber yaptıkları için tutuklu bulunan Oda Tv Yayın yönetmeni Barış Pehlivan, Oda Tv muhabiri Hülya Kılınç ve Yeniçağ yazarı Murat Ağırel ile ilk duruşmada tahliye edilen OdaTV Haber Müdürü ve Cumhuriyet yazarı Barış Terkoğlu, Yeni Yaşam gazetesi yöneticileri Ferhat Çelik ve Aydın Keser bugün ikinci kez yargıç karşısına çıktılar.

Duruşmaya tutuklu bulunan Barış Pehlivan, Murat Ağırel, Hülya Kılınç ve geçen celse tahliye edilen BarışTerkoğlu, Ferhat Çelik ve Aydın Keser katıldı. Savcı tüm sanıkların cezalandırılmasını, Erk Acarer'in dosyanın ayrılmasını isteyerek Barış Pehlivan , Hülya Kılınç ve Murat Ağırel'in tutuklulukarının devamına yönünde mütalaa verdi. Ardından savunmalara başlandı.

'FOTOĞRAFLAR GİZLİ ÇEKİLMEDİ'

Cumhuriyet'ten Zehra Özdilek'in haberine göre Gazeteci Hülya Kılınç şunları söyledi:

"Haberi hangi bakış açısıyla okursanız sadece cenaze haberi olduğunu görürsünüz. Haberde yayınlanan fotoğraflarda MİT mensuplarının olduğunu bilmiyordum. Bilmem de mümkün değildir. Eğer MİT mensubu olduğunu bilmeyenler hakkında suç isnadı yapılmıyorsa benim için de yapılmamalıdır diye düşünüyorum. Şehidin cenazesinde çekilen fotoğraflar gizli çekilmemiştir. Akhisar Belediyesi'nden yemin edilmiştir. Fotoğrafta sadece cenazeyi taşıyan köylüler görünmektedir. Eğer cenazenin köylülerin taşıdığını gösteren bu fotoğraflarda MİT mensubunu deşifre etmek isteseydim, haberde 'şehidin mesai arkadaşları da cenazeye katıldı' ibaresi yer alırdı. Ben yalnızca gazeteclik yapmak kamuouyunu bilgilendirmek amacıyla haberi hazırladım."

"YAZMADIĞIMIZ ŞEYLE SUÇLANIYORUZ"

Barış Pehlivan ise şöyle savunma yaptı:

"Sayın Başkan, değerli üyeler… Dün akşam televizyonda Hababam Sınıfı vardı. Ne acı… Hababam’ın ünlü yazarı Rıfat Ilgaz, Sınıf kitabının mimli yazarı olarak yan koğuşumdaydı. Sabah oldu… Koğuştan çıkınca bir ses duydum. 'Benim bu memlekete ihanet etmeme imkân yoktur' diyordu. Sabahattin Ali belli ki savunmasına hazırlanıyordu. Uzaktan Nâzım Hikmet’i ve Orhan Kemal’i gördüm. Cezaevinin dokuma atölyesine gidiyorlardı. Kadınlar koğuşunun yanından geçtim. Sevgi Soysal sabah sayımı sonrası avluda şarkı söylüyordu. Cezaevi aracına bindim. Bir yayıncı içinde dövülüyordu. Adı İlhan Erdost’tu.

Adalet Sarayı’na giden yolda insanlar öldürülüyordu. Gördüm, arabasının içinde kurşunlandı Abdi İpekçi.

Meşale elden eleydi ya…

O cinayeti işleyenlerin peşini bırakmayan bir 'Sakıncalı Piyade' vardı. 'Atatürkçüyüm, öyleyse vurun' derdi. Uğur Mumcu’ydu.

Şehrin içinden geçti cezaevi aracı. Küçücük penceresinden izledim; bu ülkeye sevdalı bir gazeteci yerde yatıyordu. Hrant Dink’ti adı.

Girdik sonunda adliyenin eksi 7’nci katına… Aşağısı spor salonu gibiydi. Oracıkta boynunda fotoğraf makinesiyle bir genç adam vardı, Metin Göktepe idi o.

Yukarı çıkmaya başladık. Davalar görülüyordu salonlarda. Savcıların kendilerinden emin seslerini duydum. Ne var ki, onların bugün söylediklerini, ben yıllar önce Necip Hablemitoğlu’ndan okumuştum.

Sonra koridorda, askerlerin arasında İlhan Selçuk’la karşılaştım. İşkenceyi akrostişle yazmıştı ifadesinde.

Ve şimdi…Siz de duyuyorsunuzdur; yandaki duruşma salonunda Aziz Nesin darbecilere karşı Aydınlar Dilekçesi’ni savunuyor. Sayın Heyet…

Hayal mi bu anlattıklarım?

Adını andığım tüm isimlerin bugün mezarda olması, anlattıkları gerçeğin de gömülü olduğu anlamına mı gelir?

Kuşkusuz hayır!

Birgün hepimiz olmayacağız ama onların uğrunda bedel ödedikleri harfler yaşayacak. O halde…Onları görerek geldiğim bu davada, hiç sevilmiyor diye de gerçeği aramaktan vaz mı geçeyim?

Farkındayım, benden bunu isteyenler var.

Ama, hayır!

Altında ezilmektense, gerçekleri sırtlamaya devam edeceğim.

Bu yüzden başlıyorum…Somut gerçeği 5 maddede özetlemeliyim:

1- Şehit cenazesi haberi yayınlayarak suç işlediğim söyleniyor.

Biz…

Libya’ya TSK ve MİT mensuplarının gittiğini, Libya’da şehitlerimiz olduğunu, şehitlerimiz arasında MİT mensuplarının da olduğunu, şehit olmalarının nasıl gerçekleştiğini, şehitlerin açık kimliklerini/ fotoğraflarını/ memleketlerini/ mezarlarının nerede olduğunu, hangi görevlerde ne kadar süre çalıştıklarını ve ailelerinin kimlik bilgilerini…

Sırasıyla…

Cumhurbaşkanı Erdoğan, Muhtar Cemali Merter, onlarca sosyal medya hesabı, Milletvekili Ümit Özdağ ve onlarca haber sitesi ile gazeteden öğrendik.

Özetle; şehit MİT mensubuna dair fotoğraflar ve bilgiler, Odatv’den çok önce açıklandı, yayınlandı ve yayıldı. Yani bizim yayınladığımız haberde şehit MİT mensubuna dair bize özel hiçbir yeni olgu yok.

2- Bu gerçeğe rağmen biz hem şehidin ailesini hem de MİT Kanunu’nu düşünerek ekstra bir hassasiyet gösterdik. Ve daha önce ifşa olmasına rağmen, şehidin soy ismini, ailesinin isimleri ile soyisimlerini, cenazenin kaldırıldığı köyün adını yayınlamadık.

3- İddia makamı da bu yadsınamaz gerçeğin farkında olarak, bizi asıl şehit cenazesinden bir kareyle suçladı. Gizli çekilmediği ortaya çıkan, şehidin tabutunun taşınma karesinde MİT mensuplarının da olduğunu iddia ettiler. Ve biz, ilgili bir adet fotoğrafta MİT mensubu olduğu iddiasını ilk kez iddianameden öğrendik. Yani ifşayı savcılar yaptı. Ki Odatv’nin haberinde; o fotoğrafta kaymakam, siyasi parti temsilcileri ve vatandaşların olduğu yazıyordu. Sözün özü, yazmadığımız hatta ima dahi etmediğimiz bir şeyle suçlanıyoruz

4- Kaldı ki… Savcılar kaleme aldıkları iddianamede, MİT mensubu olduğunu bilmeden yapılan paylaşımları akladı. İddia makamının kendi oluşturduğu bu suçsuzluk karinesini ve kıstasını kullanıp net olarak söyleyebiliriz ki; Odatv’nin yayınladığı tabut taşıma karesinde de bir suç olmadığı tartışmasız bir gerçektir.

5- Nihayetinde basit denklem şu:

Hülya Kılınç ya da şehidimiz Manisalı olmasaydı bu haber yapılmayacaktı. Diğer MİT mensubunun cenaze haberinin Odatv’de olmaması da bunun kanıtı. Bu ayrıca, savcıların iddia ettiğinin aksine bizim MİT mensubu ifşa etmek gibi bir planımız ve kastımız olmadığının da delilidir. Sadece gazetecilik saikıyla hareket ettik.

Sayın Başkan, Değerli Üyeler…

Tüm bunları, yani işlenen bir suçun olmadığını, şüphe bırakmayacak bir şekilde ilk duruşmada ayrıntılarıyla anlattım.

Ancak…

“Kuvvetli suçsuzluk şüphesi” varken aksi yönde karar verdiniz ve tutukluluğuma devam ettirdiniz.

Hem de nasıl…

İlk duruşmadan önceki tutukluluk incelemesini 4 Haziran’da yapmıştınız. Duruşma da 24 Haziran’da gerçekleşti. Arada 20 gün vardı.

4 Haziran’daki tutukluluğa devam kararında olmayıp, 24 Haziran’daki kararda olan bir gerekçe de mevcuttu: Kaçma ve saklanma girişiminde bulunma ihtimalim!

Şimdi…Aradaki o 20 gün içinde bir şey olmalıydı…Ben o sırada, yani 20 gün içinde Silivri Cezaevi’ndeydim. Acaba benim cezaevinden firar girişiminde bulunduğuma dair bir iddia mı ortaya atıldı?

Acaba avludaki kameradan, kaçacağıma dair bir hareket mi görüldü?

Öyle ya…

Yoksa 4 Haziran’da kaçmayacağımı ve saklanmayacağımı düşünüp, neden 24 Haziran’da kişiliğime çok ters bir suçlamayla beni karşı karşıya bırakasınız?

Bir ben olmalı benim de bilmediğim…

Sayın Heyet…

Tutuklanmaya bu adliyeye cezaevi çantamla, kendi ayağımla geldim. Ne kaçması ne saklanması!"

KARAR KORKUNUN DEĞİL, GERÇEĞİN SESİ OLSUN

Pehlivan savunmasına şöyle devam ettirdi:

O gün bu salonda olan iddia makamının gözünün önünde, şehidin adını ve soyadını, babasının adını ve soyadını, yaşadıkları köyün adını açık açık bir kez daha tekrarladı.

Bakın lütfen SEGBİS çözümlerinin 64. sayfasına, göreceksiniz.

Yani tanık bize “suç” olarak isnat edileni burada yeniden yaptı, gitti.

Ve iddia makamı “siz ne yapıyorsunuz” bile diyemedi.

Ve ben o dinlendikten sonra, yani MİT mensubunun kimliği, babasının kimliği, ailenin şu an nerede yaşadığı, ben saklarken burada gözümün içine bakarak bir kez daha deşifre edildikten sonra, “tanık beyanı” gerekçesiyle tekrar tecrite gönderildim.

Şimdi soruyorum; nedir bu “tanık beyanı?”

Eğer suçsa dedikleri, ki iddia makamı öyle diyor, tanığın suçunun diyeti bana mı ödetiliyor?

Ben onun yerine mi hapis yatıyorum?

Eğer öyle değilse, yani bu dedikleri suç değilse, ben kesinlikle başka bir şeyden dolayı tutukluyum.

Bunu tanık da biliyor, o müthiş bir özgüvenle konuşuyor, ama bana söylenmiyor.

Sayın heyet…

İlk duruşmada, MİT Kanunu yürürlükteyken son birkaç senede televizyon kanallarında, gazetelerde, internet sitelerinde yapılan bazı haberlerden örnekler göstermiştim.

Ve demiştim ki; onlara bir soruşturma dahi açmayan Türk yargısı, haberinde MİT Kanunu’na uymak için fevkalade hassasiyet gösteren Odatv’ye neden operasyon yaptı?

Dedim de ne oldu?

“Delilleri yok etme ihtimalim” olduğu gerekçesiyle tekrar Silivri’ye gönderildim.

Şimdi… Sanıyordum ki:

Odatv’de yayınlanan ve şu an yayında olmayan ama dava klasörlerinde yer alan bir haber yüzünden tutukluyum!

Yanılmışım!

Öyle olsaydı, “yok edilecek delil var” denir miydi?

Denildi.

Sonra…

Bunu düşünürken hapiste…

Her televizyon kanalında saatlerce canlı yayını yapılan, üzerine özel programlar gerçekleştirilen, gazetelerin manşetlerine taşınan bir açılışa denk geldim.

1,5 ay önceydi.

MİT’in İstanbul’daki yeni hizmet binası törenle açıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu kez de, MİT’in Libya’da sağladığı istihbari ve operasyonel desteğin oyun değiştirici role sahip olduğunu söyledi. Ve tüm medyaya onlarca fotoğraf ile görüntü geçildi.

Şimdi…

Gizli yapılmayan, herkesin davet edildiği ve herkesin özgürce katıldığı cenazeden bir karede MİT mensubu olduğu iddia edilen insanların da göründüğünden yola çıkarak “suçtan” bahsediyorsak…

MİT’in yeni binasının açılışından yayınlanan karelerde kaç MİT mensubu vardır acaba? Eğer ben yargılanabiliyorsam bu iddiayla, tüm bu TV kanallarının, tüm bu gazetelerin, tüm bu haber sitelerinin yöneticilerinin de yargılanması gerekmiyor mu?

Eğer yayınlanan bir fotoğrafta MİT mensubu olma ihtimali suç değilse, ben kesinlikle başka bir şeyden dolayı tutukluyum.

Hani bazen düşünüyorum da…

Ben bu ülkenin “sallandıracaksın birkaç tanesini, bak bir daha yapıyorlar mı” sözündeki sallandırılanlardan mıyım?

Ama “ibret” almayıp yaptıklarına ve başlarına bir şey gelmediğine göre, ben başka bir şeyden dolayı sallandırılıyorum.

Evet, haklısınız.

Ve bana söylenmeyen o gizemli “suçun” delilini yok edeceğim iddia ediliyor!

Çok mu safım acaba? Bu gerçeği arayışım beyhude bir çaba mı?

Öyle ya…

Anayasa profesörünün uyuşturucu baronunu serbest bıraktırmakla suçlandığı ve tutuksuz yargılandığı…

Rüşvet alırken suçüstü yakalanan yargıcın tutuksuz yargılandığı…

Suç örgütünün isteğiyle soruşturma dosyası kapatan savcıların tutuksuz yargılandığı…

Beni 19 ay suçsuz yere tutuklu tutan, sonra kendisi 6 ay firar eden kumpas hakiminin tutuksuz yargılandığı…

Yargı sisteminden adalet beklememeli miyim?

Hayır!

Ben alışmayacağım bu çürümüşlüğe.

Biliyorum ki; asıl alışırsam ölürüm.

Adaletsizlik hüküm sürse de her bir karış toprakta, adaleti aramaktan vazgeçmeyeceğim.

İnadına soracağım, inadına itiraz edeceğim.

Bu hem bir insan olarak kendime sözüm, hem de bir gazeteci olarak topluma karşı sorumluluğum.

Bilmez miyim; koltuk sahipleri gerçek gazetecileri sevmez. Hep alkış, hep övgü, hep dalkavukluk isterler. Buna karşı durup kalemin namusuna sahip çıkanlara ise bedel ödetirler.

Hiç önemi yok!

Önemli olan toplumun ve tarihin gözünde yazdıklarımızın değeri ile etkisidir.

Gerçek gazeteciler her ne kadar uzak durulması gereken “hain” gibi gösterilmek istense de aslında çok yakındaki dosttur.

Yani, acı söylüyorsak, toplumun iyiliği içindir. Diyeceklerim benim için bir görev, toplum içinse bir seçimdir…

Bir düşünün lütfen…

Bu binanın Avrupa’nın en büyük adliyesi olduğunu herkes yazar. Ama bu adliye içinde hangi adaletsizlikler yaşandığını sadece gerçek gazeteciler yazar. Bu duruşma salonundaki ışıkların elektrik sayesinde yandığını herkes yazar. Ama son 2 yılda elektriğe yüzde 72 zam yapıldığını sadece gerçek gazeteciler yazar.

Şu an hepimizin önünde onlarca sayfa kağıt var. Bu kağıtların hammaddesinin ağaç olduğunu herkes yazar. Ama Türkiye’nin kağıt ihtiyacını karşılamak için yurtdışına her yıl milyarlarca dolar para akıttığımızı ve perde arkasını sadece gerçek gazeteciler yazar.

Burada sayın heyetinizin, sayın savcının ve sayın avukatların üzerinde cübbe var.

Bağımsızlığınızın sembolü…

O cübbelerin malzemesinin pamuk olduğunu herkes yazar.

Ama Türkiye’de kullandığımız pamuğun neredeyse yarısını yurtdışından ithal ettiğimizi, yani gün geçtikçe dışa bağımlı hale geldiğimizi sadece gerçek gazeteciler yazar.

Ben yazacaklarım konusunda seçimimi yaptım.

Ya siz Sayın Heyet?

Sayın Başkan, Değerli Üyeler,

Sona geliyorum…

Ve tüm anlattıklarımın özetini söylüyorum:

Tutukluluğuma devam gerekçeleri de itiraf ediyor ki; bu davanın esası MİT şehidinin cenazesi değil.

Maalesef ki, cenaze toprağı asıl gerçeğin üzerine atılmak istendi. “Sır” cenazede değil, taziye evinde sahte gözyaşı dökenlerdeydi. Ama işte tarihin de bir ahlakı var, kaldıramıyor böyle büyük yalanları, aklayacak beni.

Evet, bu salondaki herkes biliyor ki;

Burada, bu davada bir haber değil, tüm haberciliğim cezalandırılmak istendi.

İnsan bilmediğinden korkar.

Ben bunu, yani niye sanık sandalyesinde olduğumu bildiğimden dolayı korkmuyorum.

Sizden de talebim; vereceğiniz kararda korkunun değil, gerçek neyse onun sesi olmanızdır."

AKILLANMIYORUZ, DÜŞÜNMÜYORUZ, DERS ÇIKARMIYORUZ

Murat Ağırel ise duruşmada yaptığı savunmada şunları söyledi:

"Sayın Başkan, Sayın Heyet; 'insanları adalet cezalandırıyor', 'insanlar insanları cezalandırıyor' inancına dönüştüğü, ismi yüz yıl önce hürriyet isteyen ve sonucunda kapıları “mim” harfi ile işaretlenen zabitler gibi, yani “mimlenen” bir gazeteci olarak; yaşadığım adaletsizliği, hukuksuzluğu adalet ve hukuk ile savunmak için yeniden huzurunuzda bulunuyorum. Elime aldım iddianameyi pardon mütalaayı arkasından istenen cezayı görünce yine boşa umutlandığımı anladım. Bütün hakkımdaki suçlamnın sadecce bir kelimeye indirgendiği bir yerde tekrardan mütalaanın içinbde böyle bir şeyin yer almasını anlamıyorum. Sputnik'te kitabım hakkında yaptığım 15 dakikalık görüşme iddianamede yer aldı.

ADALETLE AŞACAĞIZ

Savcılık mütalaasında da aynısı yer alıyor. Ben bunları yaşadım. Ergenekon davasında da yaşadım. Biz bunları adaletle aşacağız. Siyasi gücün mahkeme salonlarına girmeseni engelleyerek yapacağız bunu İnsanlık tarihi boyunca üzerinde durulan en önemli konulardan biri adalettir.

Elindeki kılıçla adaleti sağlayan o güzel kadın Yustitsia’nın (Justitia) gözleri boşuna kapalı değildir. Çünkü o, tarafsızlığına en hafif şekilde gölge düşürecek herhangi bir davranıştan ve tavırdan uzak durur.

Sümerlerden sonraki dönemde kil tabletler üzerine işlenen ve sonra insanlığın ilk kanunları sayılan Hammurabi kanunlarının ilk beş maddesi “adalet” ile ilgilidir. Sokrates ; “adaletten yoksun bir devlet kendi adaletsizliği tarafından yıkılır” der.

Platon; “adil bir mahkeme, devlet binasının en sağlam direğidir” der.

Ömer Hayyam; “adalet, kâinatın ruhudur” der.

Peygamber efendimiz Hz. Muhammed; “bir ülke küfürle ayakta kalabilir fakat adaletsizlikle, zulümle ayakta duramaz. Adalet ülkenin temelidir. Bir saat adalete hüküm vermek altmış yıl ibadetten daha değerlidir” der. 1215’te yazılmış olan Magna Carta, hak ve özgürlüklerin yanı sıra “adalet” kavramına özellikle vurgu yapar. Bütün sonraki modern yasalar bu ilkeyi gözeterek kaleme alınmışlardır.

Kant’a göre “adalet”, “insanın kendine başkalarından beklediği tavrı, ortaya koymasıdır.” Aydınlanma çağından bu yana adalet, şahsi bir erdem olmanın ötesinde, toplumsal barışın temelini oluşturan bir ilke haline gelmiştir. Bir toplumda adalet duygusu, eğer yurttaşları kanunlar karşısında eşitse, hak ve özgürlüklerden aynı oranda yararlanabiliyorlarsa ve özellikle de bireylerin adil davranma özgürlüğü kısıtlanmamışsa tam anlamıyla gelişmiştir. Bu yüzden BM gibi uluslararası kurumlar, devletler ve hükümetler açıklamalarının en başına adalet kavramını yerleştirirler. Çünkü onlar toplumların ve herhangi bir insani birliğin ancak adalet duygusu temelinde inşa edilebileceğini bilmektedirler. Adalet duygusu zedelenmiş hiçbir devlet, hükümet ve toplumsal yapı ayakta kalamamıştır. Tarihsel kayıtlar, zalimlikleri ayyuka çıkmış iktidarların, adalet duygusunun zedelenmesi sonucunda yıkılıp gitmesiyle doludur. İbn Haldun Mukaddime’de adaleti, şahsi bir erdem olmaktan çıkarmış, iktidarların mutlaka gözetmesi gereken en yüksek prensip haline getirmiştir. Çünkü herhangi birinin adaletsizliği kolaylıkla düzeltilebilir fakat iktidarların ve onların yönetimi altında hareket eden mahkemelerin adaletsizliği kolay kolay düzeltilemez. Adaletsizlik, sanıldığı gibi sadece karşılığı ödenmeden veya herhangi bir gerekçe sunmadan bir kimsenin mal ve hakkını gasp etmek değildir. 'Adaletsizlik bundan çok daha kapsamlıdır… Bilinmeli ki yasa koyucunun bilgeliğinin amacı, adaletsizliklerin önüne geçmek ve böylece uygarlığı tahrip edecek olan eylemleri önlemektir. Çünkü eğer bu önlenemezse sonuçta bu süreç insan türünün yok olmasına kadar da gidebilir… Neticede adaletsizliğe herkes değil sadece egemen olanlar, yani iktidarı ellerinde tutanlar başvurabilmektedirler.'

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, adaleti bağımsızlık ile eşdeğer görmüştür.

Mahkeme kavramı, Arapçadan gelir, akla başvurmak suretiyle muhakeme edilen, hüküm verilen yer demektir. İnsan, diğer canlılardan farklı olarak aklıyla öne çıkar. Akıllı olmak, mevcut doneleri kafamızdaki şemalara göre değil olduğu gibi değerlendirmektir. Adalet ise, adil olmaktan, yani dengeli ve ölçülü olmaktan gelir. Adaleti uygulamak demek doğruluğu hâkim kılmaktır.

ÖZGÜRLÜKTE 154. SIRADAYIZ

Bugün Türk Ulusunun % 68’i yasaların herkese eşit, tarafsız ve adil uygulandığına inanmıyor. Yani yurttaşlarımızın ezici çoğunluğu Anayasamızdaki “herkes” tanımlamasının kendisini kapsamadığını düşünüyor. Yargıya güvenmiyor, yargının eşit ve bağımsız olmadığını düşünüyor. Türkiye, Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü’nün, Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi'nde bu yıl 180 ülke arasında 154'üncü sırada yer aldı. Ülke olarak basın ve ifade özgürlüğünde geldiğimiz nokta budur. Sebebi bir tweetten yahut yaptığı bir haberden dolayı 6 aydır haksız yere tutulan gazetecilerdir. Adalete, hukuka duyulan güvenin sarsılmasının ve azalmasının tek sorumlusu adaleti temsil eden kurum ve kişilerdir. Hukuk ve adaleti iktidarın emrine verenler, onları güçlü olanın hizmet aracı olarak görenler; siyaseti, adaletsizliği ve korkuyu mahkeme salonlarına sokanlar, hukuka ve adalete olan güveni ortadan kaldırmışlardır. Siyasal iktidarın kin ve öfke seli, mahkeme salonlarında sağduyuyu yok etmiş, vicdanları yaralamıştır. Böylece adalet duygusu kaybolmuş, yerini güdümlü hukuk, peşin yargı ve siyasal kine bırakmıştır. Siyasi kinle hareket eden, adalet duygusunu yitiren yargı mensuplarının ülkemize neler yaşattıklarını ve onların neler yaşadıklarını hatırlayalım! İnsanın en önemli özelliğinin akla başvurmak olduğunu söylemiştik, fakat aynı zamanda insanın en akıl almaz özelliklerinden biri de yaşananlardan ders çıkarmaması ve unutmasıdır. Bazı insanlar tarihten ders çıkarmazlar; çekilen ıstırapları yüreklerinde hissetmedikleri için de geçmişin hatalarını tekrar edip dururlar. Tarih hem acımasızdır, hem de eninde sonunda adaletin yerini bulmasını sağlar. Ben, adaletin eninde sonunda yerini bulacağından eminim, fakat suçsuz yere beni mahkûm ettirmek isteyenler de hak ettikleri cezayı bulacaklardır. Pascal’ın da dediği gibi; “Haklı olanı güçlü kılamadığımız için güçlü olanı haklı kıldığımız” dönemleri yaşıyoruz yeniden.

Ders almıyoruz, çünkü FETÖ kumpas davalarında araçsallaştırılan adaletin nasıl aciz kaldığını, buna karşın adaleti olmayan iktidarın da nasıl zalim olabileceğini gördük.

Adaleti olmayan erkin nasıl güdümlü bir yapıya dönüştüğünü ve tüm yargı organlarının nasıl töhmet altında kaldığını gördük. 15 Temmuz hain darbe girişimi öncesi ve sonrası yapılan FETÖ/PDY operasyonları neticesinde 3908 hâkim ve savcı meslekten atıldı. Bu rakam dahi şu ana kadar anlatmaya çalıştığım durumun özetidir.

Artık bundan daha kötüsü olamaz dediğimiz anda daha kötü bir durum ve olayla karşılaşıyoruz. Akıllanmıyoruz, düşünmüyoruz, ders çıkarmıyoruz. Adil olanın güçlü, güçlü olanın da adil olmadığı sürece biz tekrar tekrar bu durumları yaşayacağız. Dün yargıda örgütlenen FETÖ’den bahsediyorduk.

Bugün adaletten, yargının bağımsızlığından, hukukun üstünlüğünden bahsetmemiz gerekirken, oturmuş FETÖ’nün boşalttığı yere METÖ mü geldi, PETÖ mü geldi diye tahminler yürütüyoruz. Yarın daha başka bir yapıdan bahsedeceğiz. Yargı bağımsız, adil ve cesur olmadıkça yargıyı ele geçirmek isteyen siyasi güçlerin desteklediği yapılar ve bu yapıların emir eri olmuş savcı ve hâkimlerden bahsetmeye devam edeceğiz."

Mehmet Ferhat Çelik de savunmasında şunları söyledi:

"İlk duruşmada savunmamı etraflıca verdiğim için iddia makamının mütalaasına cevaben bazı hatırlatmalarda bulunmak isterim. Biz tam 7 aydır casus değil de gazeteci olduğumuzu ispatlamaya çalışıyoruz.

Tutuklandığımız günleri biraz hatırlatmayı önemli buluyorum. İdlib’de müttefik denilen Rusya’nın havadan bombalaması sonucu 33 Türk askeri yaşamını yitirmişti. İnanılmaz militarist bir söylem tutturulmuş, bu koroya katılmayan veya eleştiren medya organları ise açık hedef haline getirilmişti. Tüm bu etkilerle birlikte masa başında acemice üretilen ve nereden tutarsanız tutun elinizde kalacak olan bir suçlamalar silsilesiyle itham edildik. Defaatle vurguladığımız gibi ne bu haberden istihbari bir suç oluşturulabilir ne de Yeni Yaşam gazetesinden casusluk faaliyeti çıkar.

İLK KEZ BİZ YAYIMLAMADIK

Önceki duruşmada da söylemiştim. Biz Yeni Yaşam gazetesi olarak bu haberi Yeni Çağ gazetesi ve yazarlarından alan T24 internet sitesinden derleyip kullandık. Yani iddia edildiği gibi bu haber ilk kez Yeni Yaşam gazetesinde çıkmadı. Haberin içinde zaten hangi kaynaklardan temin edildiği açıkça yazılıyor. Kaldı ki internet yoluyla ya da başka bir şekilde kamuoyuna açıklanan bir bilginin daha sonra yazılı basında yer alması özel bir suç oluşturamaz. Yayıncılıkta oldukça sıradan kabul edebileceğimiz bir faaliyettir bu. Senin ulaşamadığın bilgilere başka gazeteciler ulaşabilir, sen de gündemden geri kalmamak adına kaynak göstererek bu haberlere sayfanda veya internet sitende yer verebilirsin.

Savcılık bizden önceki yayın organlarını es geçip doğrudan Yeni Yaşam gazetesinin ifşa suçunu işlediğini ileri sürüyor. Tabi ki bizim yaptığımız gibi diğer yayın organlarının yaptığı gazeteciliktir. Bu gözle olaya yaklaşılması daha doğru olur.

Her şeyi bir kenara bırakıp, bu haberin ilk kez bizde yayınlandığı savı üzerinden gidelim. Peki haberlerimizin neresinde yaşamını yitirenlerin MİT mensubu olduğu yazıyor? Adı geçen personellerin önlerine eklenen sıfatlar, açık biçimde bu kişilerin asker olduğu varsayımına dayanıyor. MİT Kanunu’nda buna dair çok açık bir tanımlama var. Kanun diyor ki; Bir MİT personelinin kimlik bilgilerinin veya fotoğrafının bu niteliğini bilmeksizin veya eylemlerine yansıtmaksızın yayımlanması, yayılması veya açıklanması suç oluşturmayacaktır.

KASTIMIZ BU DEĞİLDİR

Bu madde tam da bizim gazetemizde yayınlanan haberin durumunu özetliyor. Evet Libya’da birileri yaşamını yitirdi. Ve ülkenin en tepesindeki isim olan Cumhurbaşkanı kendi ağzıyla ilk kez bunu duyurdu. Bununla birlikte bir çok kesimden açıklamalar geldi. Genel kanı yaşamını yitirenlerin ordu mensubu askerler olduğu yönündeydi. Biz de gazete olarak bu iddiaları haberleştirdik. Hiçbir biçimde MİT personelini ifşa etmek gibi bir kastımız yoktu. Kaldı ki mütalaada da iddianamedekine benzer bir yorumda bulunulmuştur. Bu yorum da tıpkı MİT Kanunu’ndaki ifade gibi biz Yeni Yaşam gazetesindeki haberimizin lehinedir. Mütalaadaki ifade aynen şöyle:

"… Sanık (Murat Ağırel) tarafından yapılan ifşa eyleminden birkaç gün öncesinde şehitlerin MİT mensubu olduğu bilinmeksizin ve beyan edilmeksizin bir kısım paylaşımların yapıldığı tespit edilmiş ise de söz konusu paylaşımların hiçbirinde şehitlerin MİT mensubu olduğuna yönelik herhangi bir ibare veya ima bulunmadığı, Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu olduklarının belirtildiği anlaşılmıştır…”

Yine mütalaada bu haberin – ki kendileri buna eylem demekte – “MİT faaliyetlerinin ve mensuplarının bir plan dahilinde koordineli şekilde deşifre edilmesi, MİT’in görev ve faaliyetleri kapsamında devletin gizli kalması gereken bilgilerinin açıklanması, yayınlanması, yayılması ve MİT mensuplarının açık kimlik, görev ve unvanlarıyla birlikte ifşa edilerek MİT mensuplarının hem kişisel hem de ailelerinin can güvenliklerinin tehlikeye atılması eylemidir” yorumu yapmaktadır.

Ancak böylesi önemli bir organizasyon iddiası ortaya atılırken bir delil bile sunulamamaktadır. Oysa biz Yeni Yaşam gazetesi olarak bu haberin yayınlandığı dönemde bırakın başka yayın organlarıyla irtibata geçip organize ve planlı bir faaliyetin içine girmeyi, kendi yayın toplantımızda dahi bu haber gündemimize girmemiştir.

CASUSLUK OLMADIĞI NETTİR

Gazetecilikte bir rutin sayılabilecek, başka kaynaklardan alınan haberler üzerinde içerik tartışması pek yürütülmez. Eğer kullanılacaksa haberin ilk yayınlandığı hali sayfada yer bulur. Editör en fazla onun uzunluk ve kısalığını ayarlayabilir. Bize ait özel, sansasyonel, bomba bir haber değildir. Yazılı basında, internet mecralarında olabildiğince yaygınlaşmış bir bilgidir. Bu çerçeveden bakınca bunun bir casusluk faaliyeti olamayacağı nettir. Açık kaynaklardan bir haber derleyip yine açık kaynaklara yayın yapan bir kişi casus değil apaçık bir gazetecidir. Evet gazeteci olmak insana bir dokunulmazlık zırhı giydirmez. Ancak bizim gazetemizde yer alan haber, tüm unsurlarıyla bir gazetecilik faaliyetidir.

Bu kadar “büyük bir suç” işleyeceğiz ve MİT, Emniyet iki hafta sonra farkına varıp hakkımızda suç duyurusunda bulunacak. Kokteyl bir dosya oluşturulup toptan cezalandırılmak isteniyor, vahim bir suç işleyen organize bir yapıymışız gibi lanse ediliyoruz. Ülke demokrasisinin zaten ayaklar altında olduğu, yandaş olmayanın ezilmek istendiği, bir avuç muhalif medyanın davalar, kapatma veya para cezaları gibi aygıtlarla susturulmak istendiği bir dönemi yaşıyoruz.

BERAAT ETMEK İSTİYORUM

En çok tutuklu gazeteci bizde. Yasaların kişilere göre değil, herkese adil ve eşit biçimde uygulanmasını istiyoruz. Katliam çağrıları yapan, taciz tecavüzü meşrulaştıran, ötekileştirici bir dil kullanan, ırkçılık ve mezhepçilik yapan, açıkça küfür ve hakaret eden medya organlarına hoşgörü gösterilecek, ancak muhalif ve eleştirel yayıncılık yapanlar, bizim örneğimizde olduğu gibi eften püften gerekçelerle ezilmek istenecek. Bu yöntemin bize vereceği zarar minimumdur. Ancak gelecek için oldukça karamsar olan tabloya yeni karalar çalmaktadır. Özgür basın, eleştirel yayıncılık bu ülkenin olmazsa olmazıdır. Bu damarlar kesildiği anda toplumun nefes alma kanalları da kesilmiş olur. Üstüne üstlük tüm toplum körü körüne uçuruma doğru sürüklenmiş olur. Günlerce konuşsak da söyleyeceklerimiz hep birbirinin tekrarı olacak. İki satır haber üzerinden 19 yıla kadar hapsimiz isteniyor. Bu bile başlı başına içine düştüğümüz durumun vahametini özetlemeye yeter de artar. Bu yüzden savunmamı daha fazla uzatmak istemiyorum.

Beraatımı talep ediyorum. Şayet heyet olarak kararı başka bir celseye bırakacaksanız şehir dışına çıkma yasağı tedbirinin kaldırılmasını talep ediyorum. Mesleğim gereği birçok kente gitmem gerekiyor, ancak bu yasak seyahat etmeme engel olmaktadır.

AYDIN KESER KATILMADI

Aydın Keser'in Covid-19 testinin pozitif çıkan biriyle temasta olmasını nedeniyle karantinada olduğu avukatı tarafından beyan edildi.

Sanıklardan Eren Ekinci ise duruşmaya SEGBİS ile katılarak şunları söyledi:

"Hülya Kılınç dışında kimse tanımıyorum. Kasten suç işleme gibi bir düşüncem kesinlike yoktur. Böyle bir düşüncem olsa fotoğrafları whatsapp üzerinden değil, başka bir yolla gönderirdi. O gün belediye başkanı ve milletvekilimiz ile cenazeye katıldık. Herkesin gözü önünde çektim, gizli çekim yapmadım. Görevim gereği fotoğraf video ister gazeteciler benden. Ben de gönderirim kullanmak isterlerse değerlendirirler. Odatv ile hiçbir bağlantım yoktu. Tanık muhatar cemali merter ile aynı konumdayım o tanık ama ben sanığım. Beraatimi talep ediliyorum."

Etiketler
OdaTV tutuklamaları FETÖ Libya Şehit